Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» Edebiyatımızın zenginleşme süreci
OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:32 pm tarafından BeYzAdE_05

» SERVET-İ FÜNUN DEVRİ
OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:32 pm tarafından BeYzAdE_05

» Aşık-Tekke Edebiyatı
OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:31 pm tarafından BeYzAdE_05

» DİVAN SÖZCÜĞÜNÜN TANIM
OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:31 pm tarafından BeYzAdE_05

» Halk Edebiyatı...
OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:30 pm tarafından BeYzAdE_05

» Edebiyat Sözlüğü....
OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:30 pm tarafından BeYzAdE_05

» Fecr-i ati edebiyatı
OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» batılı anlamda türk tiyatrosu
OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» BATI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI (19. yy- )
OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» Ahmet Selçuk İlkan Bana Bunu Yapmayacaktın
OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 2:03 pm tarafından BeYzAdE_05

Tarıyıcı
 
 SYHKN İttifak
 SYHKN Ana Sayfa
 Üye Listesi
 Profil
 Arama
PR
Haber Siteleri

 

 OSMANLI MALIYESI

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



OSMANLI MALIYESI Empty
MesajKonu: OSMANLI MALIYESI   OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePtsi Mart 30, 2009 9:17 am

OSMANLI MALIYESI
Osmanli
Devleti, beylik döneminden itibaren sistemli bir malî teskilâta sahip
olmustu. Kaynaklarin verdigi bilgiye göre Osmanlilardaki ilk maliye
teskilâtinin Murad Hüdavendigâr (I. Murad) zamaninda Çandarli Kara
Halil ile Karamanli Kara Rüstem tarafindan yapildigi belirtilmektedir.
Bu bilgiler isiginda meseleye bakildigi zaman Osmanli maliyesinin daha
ilk kurulus dönemlerinde ortaya çiktigi ve devletin buna büyük bir
itina gösterdigi anlasilmaktadir. Gerçekten Fâtih zamaninda tedvin
edilmis olan kanunnâmede "Bu kanunnâme atam ve dedem kanunudur ve benim
dahi kanunumdur" ifadesi ile tarihî bilgilere göre ilk Osmanli
hükümdarlarinin, bir araya getirilip tedvin edilmemis kanunnâme
hükümleri ile âmil olduklari anlasilmaktadir. Fâtih kanunnâmesinde yer
alan "Ve yilda bir kerre rikâb-i Hümâyunuma defterdarlarim irad ve
masrafim okuyalar hil'at-i fahire giysinler." ve "Ve hazineme dahil ve
hariç olan akça, defterdarlarim emri ile dahil-hariç olsun" ifadeleri,
Osmanlilarin maliye teskilâtina ne denli önem verdiklerini, bu anlayisa
daha ilk zamanlardan beri nasil sahip çiktiklari görülmektedir. Aslinda
bu gerekli idi. Çünkü gelir ve gider hesaplari olmayan, neyin nereden
ve ne zaman gelecegi bilinmeyen ve bu konuda matematikî bir bilgiye
sahip olmayan bir devlet düsünülemez.

Görüldügü
gibi Osmanli maliye teskilâtinin basinda "Defterdâr" adi verilen bir
görevli bulunmaktadir. Bu görevli, günümüzdeki Maliye Bakanlarinin
yerine getirmekle yükümlü olduklari görevleri yapiyordu. Önceleri
teskilatin basinda bir defterdarla, onun maiyeti vardi. Bütün malî
islerden bu Bas defterdar sorumlu idi. Ancak zamanla Osmanli ülkesinin
genislemesi üzerine defterdar sayisi ikiye çikarildi. Kanunnâmede de
belirtildigi gibi defterdar padisah malinin vekili idi.

Kurulus
döneminde gelirler, daha fazla bir yekûn tutuyordu. Buna karsilik
masraflar pek o kadar fazla degildi. Zira bu dönemde Osmanli askerinin
büyük bir kismi timarli sipahi idi. Ayrica devlet erkânindan çogunun
has ve timarlarinin geliri kendilerine yetiyordu. Devletin masrafi ise
sadece Kapikulu askerlerine verilen para (maas) idi. Gelirlerin fazlasi
ise cami, medrese, köprü, han, hamam vs. gibi imar islerinde
kullaniliyordu.

Osmanli
maliyesi, "Miri hazine" (veya dis hazine) ile Enderûn (veya iç hazine)
hazinesi olmak üzere iki kisimdi. Dis hazinenin görev ve yetkisi,
devletin genel gelirlerini toplamak ve gerekli masraflari yerli yerinde
kullanmak seklinde belirlenmisti. Iç hazine ise padisaha aitti.
Padisahlar, bu hazineyi istedikleri sekilde kullaniyorlardi. Sayet dis
hazinenin parasi yetismez ise iç hazineden borçlanmak suretiyle ödünç
para alinirdi. Dis hazine, vezirde bulunan hükümdar mührü ile açilip
kapanirdi. Bu hazine, defterdarin sorumlulugu ve vezirin denetimi
altinda idi.

Bundan bir müddet
öncesine kadar ilk Osmanli sikkesinin Orhan Bey'e ait oldugu
biliniyordu. Fakat Osman Bey'e ait sikkenin bulunmasiyla eski bilgi,
geçerliligini kayb etti. Buna göre ilk Osmanli parasinin Osman Gazi
döneminde tedavüle çiktigi anlasilmaktadir. Gümüsten mamul Osmanli
parasina "akça" deniyordu. Her padisah, hükümdarlik alameti olarak
kendi adina para bastirirdi. Osmanli hükümdarlari Fâtih Sultan Mehmed
dönemine kadar gümüs ve bakir para bastirdilar. Kurulus döneminde ve
daha sonraki dönemlerde paranin ayarina ve saf gümüs olmasina özen
gösteriliyordu.

VERGILER
Osmanli
maliyesinin farkli gelir kaynaklari vardi. Bunlarin basinda da halktan
toplanan vergiler geliyordu. Tarihî bir vakia olan vergi,amme
hizmetlerinin muntazam bir sekilde devamliligini temin için bas vurulan
bir çaredir. Bu yüzden verginin, devletlerin ekonomik ve sosyal
hayatlarinda önemli bir yeri bulunmaktadir.

Siyasî
bir çevre içinde ortaya çikan Islâm, kendisinden önceki din ve
toplumlarda mevcud olup tatbik edilen vergilerle karsilasti. Vergi,
amme menfaat ve islerinin tanzimi söz konusu oldugu zamanlarda,
fertlere yüklenen bir mükellefiyet olduguna göre Islâm, kendisinden
müstagni kalamazdi. Bununla beraber Islâm vergi sistemi, birdenbire ve
topyekûn vaz' edilip uygulama sahasina konmamistir. O, Islâm'in
yayilisina ve ihtiyaçlarin ortaya çikisina göre yirmi senelik tesriî
bir tekâmül sonunda müesseselesmistir.

Osmanli
devlet rejiminin, kendinden öncekilerden devr alip tatbik ve inkisaf
ettirdigi vergi sistemi, amme idaresi ve devletin iktisadî tarihi
bakimindan önemli bir yer tutar. Bunun için, iktisadî tarihin önemli
bir bölümünü meydana getiren vergi sistemini iyi degerlendirmek gerekir.

Kurulusundan
itibaren Müslüman bir toplumu ifade eden Osmanli Devleti, inkisâf
ettirip kemâl mertebesine ulastirdigi müesseseleri ile, tebeasindan
tahsil ettigi verginin temeli, Islâm hukukunun kaynaklarina dayaniyordu.

Siyasî
bir birlik olarak tarih sahnesinde görünmesinden itibaren birçok vergi
kalemi tarh etmek zorunda kalan Osmanli Devleti'nin bu uygulamasi,
yüzlerce vergi ismi gösteren cetvellerle tasvir edildigi kadar karmasik
ve anlasilmaz degildir. Gerçekten mintika ve zamanlara göre farkli
isimlerle toplanan bunca vergi kalemi, saglam kaidelere dayanan bir
sistemin esas hatlarini çizmek suretiyle, bize lüzumlu bilgiyi verecek
sekilde basitlestirilebilir.

Bilindigi
gibi Osmanli devlet sisteminin önemli müesseselerinden biri olan
mâliyenin, temel dayanagini teskil eden vergi, genel mânâda iki ana
bölüme ayrilir. Bunlardan biri tamamiyle seriata dayanan ve esas
itibari ile Kitab (Kur'an) ile Sünnet'ten kaynaklanan "Ser'î
Vergiler"dir ki buna "Tekâlif-i Ser'iyye" denmektedir. Ikincisi de bas
gösteren malî sikintilar yüzünden devlet tarafindan bir zorunluluk
sonucunda konan "Örfî Vergiler"dir ki buna da "Tekâlif-i Örfiye" denir.

Müslüman
bir cemiyete istinad eden bünyesi ile ser'î hukuku hem nazarî hem de
amelî bir sekilde ve her sahada uygulamaya koyan Osmanli Devleti, diger
Müslüman devletlerin bu konudaki tatbikatlarini gözden irak tutmuyordu.
Bu bakimdan, Osmanli tarih ve teskilâtlarini basli basina ve kendinden
öncekilerden tamamen ayri düsünemeyiz. Çünkü Osmanlilar, kendilerinden
önce Anadolu'ya gelip yerlesmis bulunan Müslüman Türklerin yasayis
tarzlarini, ahlâk, iktisat, âdet, örf ve diger özelliklerini almaktan
çekinmiyorlardi. Bunun içindir ki, bir sehir veya kasaba
Karamanlilardan, Selçuklulardan, Germiyandan veya baska bir beylikten
Osmanlilara geçmekle fazla bir degisiklige ugramiyordu. Çünkü Osmanli
Devleti teskilât ve müesseseleri ile Anadolu beylikleri teskilât ve
müesseseleri arasinda pek büyük farklar bulunmuyordu.

Osmanli
vergi sisteminin özelliklerinden biri de tebeadan alinan verginin
kendisini (tebea) ne malî, ne de hukukî yönden rencide etmemis
olmasidir. Hatta bu, sadece devletin bizzat kendisinin aldigi
vergilerde degil, onun adina timar sahibinin aldigi vergilerde de
geçerli idi. Öyle ki, dirlik sahibi, reâyadan cins ve miktarlari
kanunlarla tayin edilmis olan bir kisim vergiden fazlasini tahsile
selahiyetli degildi. Yetkisini asip onu kötüye kullanandan dirligi, bir
daha geri verilmemek üzere alinirdi.

Ana
hatlari ile Osmanli vergi sisteminden bahs ettikten sonra artik vergi
çesitlerini görebiliriz. Daha önce de temas edildigi gibi Osmanli
vergisi iki ana bölümde inceleniyordu. Bunlardan biri Ser'î Vergiler,
digeri de Örfî vergilerdir.

SER'Î VERGILER (TEKÂLIFI SER'IYYE)
Osmanli
Devleti'nde "Tekâlif-i Ser'iyye"nin temelini teskil eden vergilerin
tarh, cibâyet vs. gibi hükümleri, fikih kitaplarinda tafsilâtli bir
sekilde anlatildiklari gibiydi. Bununla beraber farkli din, dil ve
milliyetlere mensup kimseleri sinirlari içinde barindirdigi için,
tekâlif-i ser'iyye bölümüne dahil vergilerin isim ve çesitleri de
farkli olagelmislerdir. Bu bakimdan Zekât, Ösür, Cizye ve Harac gibi
temel vergilerden baska bunlarin kisimlari olarak seksen kadar vergi
kalemi bulunmaktaydi.

ZEKAT
Bilindigi
gibi zekât, Islâm'in üzerine bina kilindigi bes esas rükünden birini
teskil etmektedir. Islâm hukukuna göre zekât, bir ihsan veya basit bir
sadaka degildir. O, devlet ve toplumun fert üzerindeki hakkidir.
Binaenaleyh devlet, zekât verip vermeme hususunda mükellefi serbest
birakmaz. Onu, âmilleri vâsitasiyla toplamak ve yerine sarf etmek
zorundadir. Nisaba mâlik bulunan ve belli sartlari tasiyan her
müslümanin vermekle mükellef oldugu zekât, Osmanli Devleti'nde diger
Müslüman devletlerde oldugu gibi uygulaniyordu. Bu sebeple biz, konunun
detaylarina girmek istemiyoruz.

HARAC
Osmanlilarda
daha ziyade gayr-i müslim tebeayi ilgilendiren vergilerden biri, Harac
adini tasimaktadir. Islâm vergi hukukunda oldugu gibi Osmanlilarda da
Harac iki kisma ayrilmaktadir. Bunlar Harac-i Muvazzaf ve Harac-i
Mukasem adini tasimaktadirlar. Harac'in bu iki kismi da ser'î
vergilerden oldugu için gerek ilk tarhi, gerekse ilk tahsili ile ilgili
bir baslangiç tesbit etmek mümkün degildir. Bununla beraber 11
Cemaziyelahir 860 (17 Mayis 1456) tarihli bir fermanda belirtildigine
göre Fâtih Sultan Mehmed, babasi II. Murad'in Kostandin'de derbent
bekleyen yirmi kadar kefereyi haractan muaf saydigi, kendisinin de buna
aynen uydugu görülmektedir. Bu belge, harac uygulamasinin kurulus
döneminde mevcud oldugunu göstermektedir.

Harac-i
Muvazzaf, arazi üzerine maktu bir sekilde konmus bulunan akça olup
zaman ve mintikalara göre farkli isimler aliyordu. Bunlarin bir kismi
adeta topragin ücreti olarak alinmaktaydi. Bu gruba girenlerden bir
kismim söyle isimlendirmek mümkün olacaktir: Resm-i Çift, Resm-i Zemin,
Resm-i Asiyâb, Resm-i Tapu, Bir kismi da bir çesit sahsî vergilere
girmekteydi ki bunlar da: Resm-i Arûs, Resm-i Mücerred, Ispenç ve Dühan
gibi isimler aliyordu. Biraz asagida görülecegi gibi Harac-i Mukasem,
Osmanlilar döneminde "ösür" kelimesi ile ifade ediliyordu. Bu bakimdan
biz de ösür bahsinde ona temas edecegiz.

ÖSÜR
Bilindigi
gibi Islâm vergi hukukuna göre, ziraî mahsullerden belli nisbetler
sartlar dahilinde Müslüman tebeadan alinan vergiye Ösür denir. Osmanli
Devleti'nin kurulus yillarinda diger Müslüman devletlerde oldugu gibi,
mülk olan "arazi-i ösriyye"den sadece ösür alinmaktaydi. Bu dönemde
Osmanlilarda arazi biri "Ösriyye" digeri de "Haraciyye" olmak üzere
ikiye ayriliyordu. Fakat XIV. asrin son çeyreginden itibaren bazi
sebeplerden dolayi birtakim degisiklikler yapilarak, arazinin bir kismi
"Emiriyye" olarak kabul edildi. Bu durum, daha sonralari Hicaz
mintikasi hariç kalmak üzere "Osmanlilarda arazi sultaniyyedir"
seklinde ifadesini bulacak olan bir vaziyete getirilmis oldu.
Binaenaleyh, Osmanli Devleti'nde ösür denince biri kurulus dönemindeki
mülk arazi mahsulatindan alinan vergi ve sonralari sadece Hicaz
bölgesinde alinan ösür ile, digeri de arazi-i emiriyyeye mahsus olmak
üzere alinan ve "amme-i nâs tarafindan galat-i fâhis" olarak kendisine
ösür denen "harac-i mukasem" anlasilmaktadir. Zira Osmanlilarda haracin
mukasem kismina ösür adi verilmekteydi.

Osmanli
Devleti'nde, Ösür kelimesi yerine baska tabirler de kullaniliyordu ki
bunlar, son dönemlerde ortaya çikmisti. Dimus, Ikta ve Sâlariye bu
neviden kelimelerdi. Dimus, Suriye'ye ait defterlerde, Ikta, Irak
mintikasina ait defterlerde Sâlariye ise Anadolu ve Rumeli
defterlerinde zikr edilmekteydi. Osmanli Devleti'nde ösür, su asagidaki
maddalerden de alinmaktaydi: Bag, sira, bahçe, bostan, fevakih, kovan,
harir, pamuk, giyah, odun ve ag (balik).

CIZYE
Islâm
hukukuna göre cizye, devletin, müslüman olmayan vatandasini (tebeasini)
yakindan ilgilendiren bir vergidir. Bir mânâda buna, devletin müslüman
tebeadan aldigi zekât karsiligidir denebilir. Zira müslüman olmayan
tebeayi cizyeye baglamakla, devlette bir denge saglanmis bulunuyordu.
Islâm nazarinda müslümanlarla zimmîler (devletin müslüman olmayan
tebeasi = ehl-i zimmet) devletin vatandaslaridir. Ayni haklardan
faydalanmakta ve ayni ölçülerde devletin imkanlarindan
yararlanmaktadirlar. Bu sebeple, Müslümanlarin ödedigi zekâta karsilik,
ehl-i zimmette cizye vermekteydi. Gerçekten Islâm Devleti, bu vergiyi
koyarken yukarida belirtilen dengeyi saglamaktan baska bir sey
düsünmüyordu. Nitekim ilk Islâm fetihleri ve bu fetihlerin sonucunda
Islâm devletinin idaresine giren Gayr-i müslimlerin durumundan bahs
edilirken "zimmîler bazan eski idarecilerinin topladiklari vergiden
daha az bir vergi yükü ile mükellef tutuluyorlardi. Bu hal, Islâm'in
onlari hakkiyle himaye ettigini göstermesi bakimindan Islâm devleti
için bir serefti" denilmektedir.

Osmanli
vergi hukukunun "Tekâlif-i Ser'iyye" bölümüne dahil olan cizye,
maliyenin en önemli gelir kaynaklarindan birini teskil ediyordu.
Müslüman bir devlet olmasi hasebiyle bu devlete, cizye uygulamasinin
ilk kurulus yillarindan itibaren basladigi söylenebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



OSMANLI MALIYESI Empty
MesajKonu: Geri: OSMANLI MALIYESI   OSMANLI MALIYESI I_icon_minitimePtsi Mart 30, 2009 9:17 am

Devletin,
idaresinde bulunan gayr-i müslimlerin haklarim korumak, onlara
gelebilecek zararlari ortadan kaldirmak ve askerlik hizmeti
karsiliginda aldigi bu vergi, önemsiz denebilecek kadar az bir seydir.
O kadar ki bunu, müslüman vatandas ile müslüman olmayan vatandas
arasinda mühim ve farkli bir muamele olarak görmek mümkün degildir.
Gerçekten devlet, tebeasi olan zimmîlerin bütün haklarini korudugu gibi
onlara gelebilecek zararlari da ortadan kaldirmaya çalisiyordu. Hatta,
onlara yapilan bir haksizlik veya onlara karsi islenen bir suç, aninda
en agir bir sekilde cezalandirilirdi. Nitekim 24 Cemaziyelevvel 975 (26
Kasim 1567) tarihli ve Alacahisar Beyi'ne gönderilen bir hükümde, dagda
üç nefer zimmîyi katl eden dört sipahinin suçlarinin sabit görülmesi
üzerine idam edilmeleri gerektigi bildirilmektedir. Bu belge, suç
isleyenlerin din, irk ve milliyetlerine bakilmaksizin, suçlarinin
gerektirdigi cezalarin verildigini göstermektedir. Günümüzde çok normal
görünen bu olay, o asirlarin dünyasinda bu kadar rahatlikla
uygulanamazdi.


Osmanlilarda,
padisahlarin cizye ile ilgili bütün resmî tahrirleri seriatin cizyeye
ait kararlarina dayaniyordu. Nitekim daha Sultan I. Murad Han zamaninda
bu verginin Islâm hukukuna uygun olarak iki sekilde cibayet edildigi
(toplandigi) görülmektedir. Bu sekillerden biri, Köstendil Tekfuru
Konstantin ile anlasilarak alinan "Maktu Cizey", digeri de Bosna ve
Hersek ile sair tebeadan alinan "Ale'r-Ruûs Cizye"dir.


Osmanli
Devleti'nde bu vergiyi vermekle yükümlü tutulan kimseler, sadece
ergenlik (bulûg) çagina gelmis akil ve vücutça saglam olan erkeklerdir.
Binaenaleyh sadaka ile geçinen rahipler, çalisamayacak derecede bir
rahatsizligi olup fakir düsenler, 14-75 yaslarindan küçük veya büyük
olanlar ile kadinlar cizyeden muaf idiler. Bundan da anlasilacagi üzere
Osmanlilarda cizye, tamamen Islâm hukukunun esaslarina göre
uygulaniyordu.


Baslangiçta,
devletin bütün bölgelerinde ayni miktarda cizye alinmiyordu. Zira bu
dönemde, tedavülde bulunan paranin kiymet ve degeri de ayni degildi. Bu
sebeple cizye miktari, verilen fetvalara ve bölgelere göre azalip
çogalabiliyordu. Bu konuda dikkatimizi çeken en önemli fetva
Seyhülislâm Ebû Suûd Efendi (1545-1574)'nin fetvasidir. Bu fetvaya göre
biz, o dönemin fakirlik ve zenginlik ölçüleri gibi toplumun sosyal
yapisi hakkinda da bilgi sahibi oluyoruz. Nitekim o, "amele kadir olan
kâfir ki, ikiyüz dirhem-i ser'iyeye kadir olmaya, ol makule ednâdir, on
iki dirhem-i ser'î alinir. Ikiyüz dirhem-i ser'iyyeye kadir olup amele
kadir olan evsat makulesidir, yirmi dirhem-i ser'î alinir. On bin
dirhem-i ser'iyyeye malik olan 'a'la makulesidir, onlarin cizye-i
ser'iyeleri kirk dirhem-i ser'idir" demektedir.


Kismen
toplumun sosyoekonomik durumundan kaynaklansa bile büyük ölçüde devlet
müsamahasinin bir neticesi olarak cizye mükellefinin tabi bulundugu
siniflamada en az cizye verenler (ednâ sinifi), her zaman öbür
siniflardan daha fazla olmuslardir. Örnek olmasi bakimindan 1103 (1691)
senesinin Brud (Brod) kazasi ve tevabiinde cizye verenlerin siniflarina
göre sayisina baktigimiz zaman karsimiza asagidaki tablo çikmaktadir:


A'la: 27 Evsat: 147 Ednâ: 166.

Daha
önce de belirtildigi gibi, Müslüman devletlerde cizye mükellefi, bütün
insanî hak ve vecibelerden rahatlikla istifade edebilmekteydi. C.H.
Becker'in Islâm Ansiklopedisi'ndeki "Cizye" maddesinde belirttigi gibi
cizye ödeyen mükellefler, Islâm devleti ile yalniz iman ve âyinlerine
müsamaha degil, hatta himaye isteme hakkini da kendilerine bahs eden
bir mukavele akd etmis olurlar ki, benzer örnekleri Osmanli Devleti'nde
çokça görmek mümkündür. Nitekim Edirne'de meydana gelen bir yanginda,
dükkânlari yanan Yahudilere, devlet tarafindan verilen atiyye ile
yardimin taksim seklini gösteren bir belgeye sahip bulunuyoruz.


Osmanli
Devleti'nde hazine için tahsil edilen cizye, her senenin Muharrem
ayinda degisik müesseselerce toplaniyordu. Birligi ortadan kaldiran bu
uygulama, bazen devlet hazinesini büyük sikintilara sokuyordu. Bu
durumu düzeltmek için 1101 (1689) senesinde Sadrazam Köprülüzâde Fâzil
Mustafa Pasa, devrin ilgilileri ile yaptigi istisareden sonra, cizyenin
toplanmasini belli kaide ve sistemlere baglayarak toplama isinin tek
elden yapilmasini sagladi. Bundan sonra her üç sinif zimmî için ayri
birer mühür kazdirdi. Bunlara "a'la", "evsat" ve "edna fakir" gibi
kayitlar koydurttu. Her sene için tarihleri degisen bu mühürlerin ve
dolayisiyle cizye mükelleflerinin, birbirinden açik ve kesin çizgilerle
ayrilabilmesi için bunlarin gerek sekillerinde ve gerekse yazi
karakterlerinde farkli uygulamalara gidildi. Bu uygulama o kadar
yayginlasti ki, asagida fotokopilerini göreceginiz mühürler 1269 (1852)
senesine aittir. Demek oluyor ki cizyenin kaldirilisina kadar bu
uygulama devam etmistir.


Bu
uygulamada cizye mühürleri ile birlikte cizye kagitlarinin renkleri de
degisiyordu. Kagitlarin üzerinde de cizyenin hangi seneye ait oldugu,
sinifi, cizye muhasebesi, bas hazinedar ve cizye umum mülteziminin
isimleri vardi.


Osmanlilarda cizye uygulamasi, 1272 (1855) senesinde cizyenin, "Bedel-i askeriye"ye tebdili zamanina kadar devam etti.

ÖRFÎ VERGILER (TEKALIFI ÖRFIYYE)


Osmanlilarda
ser'î vergilerin yaninda, temeli ihtiyaçlardan dogan ve örfe dayanan
bir verginin daha bulunduguna temas edilmisti. Bu, örfî vergiler veya
tekâlif-i örfiyye denilen ayri bir kategoride mütalaa edilir. Osmanli
Devleti, kendisinden önceki diger devletlerde oldugu gibi, örfî
vergileri belirleyip koymak zorunda idi. Zira devrin özelligi
diyebilecegimiz harpler, durmaksizin devam ediyor ve ser'î vergiler de
bu durumun yükledigi masraflari karsilamaktan uzak bulunuyordu.
Külliyetli miktarda askerin beslenmesi, donatilmasi ve harbe hazir bir
duruma getirilebilmesi ile donanmanin hazir halde bulundurulmasi gibi
mecburiyetler, devleti böyle bir vergiyi koyma zorunda birakiyordu.
Iste bunun için devlet, II. Bâyezid (1481-1512)'in son senelerine
tesadüf eden günlerde "Imdadiye-i seferiye" adi ile bir örfî vergi
koymak suretiyle bu sikintiyi ortadan kaldirip gidermeye çalisiyordu.



Görüldügü
gibi, devlet için ser'î vergilerden ayri olarak örfî vergi tarh etmek,
bir zaruret halini almisti. Bu mecburiyet, devleti, vaz' ettigi
(koydugu) bu örfî vergileri devam ettirmek ve miktarinin azalmamasi
için gerekli tedbirlere bas vurmak zorunda birakiyordu. Yine bu
zaruretin bir sonucu olarak örfî vergilerin sayi ve kalemleri, belirten
ihtiyaçlara göre çogaltiliyordu. Böyle bir uygulamaya müsaade
edildigine daha önce de temas edilmisti. Zaten Osmanli sultanlarinin bu
hususta ser'î hukuka göre hareket ettikleri, emir ve fermanlari ile,
eski uygulamalari bir araya toplayan kanunnâme mecmualarinin basinda
bulunan "ser'-i serife muvafakati mukarrer olup hâlen muteber kavanîn
ve mesâli-i ser'iyyedir" ifadesinden de açikça anlasilmaktadir.



Normal
olarak geçici olmasi gereken ve fakat bir biri ardi sira gelen muharebe
ve ekonomik sikintilar neticesinde devamlilik kazanan örfî vergileri de
iki kisma ayirmak mümkündür:



1- Tekâlifiâdiye


2- Tekâlif-i sakka


1-
Tekâlif-i Âdiye: Ser'î hukuka göre malî bir terim olarak "ca'l" adi da
verilen bu vergi türü, araliksiz devam eden harp ve malî krizlerin bir
sonucu olarak ortaya çikmisti. Böyle bir zaruretin, örfî vergilerin
konmasina cevaz ve imkân sagladigi daha önce anlatilmisti. Binaenaleyh,
Islâm hukukunun müsaade ettigi bu nevi vergilerin Osmanli Devleti'nde
bulunmasinda bir sakinca yok demektir. Bu yüzden "tekâlif-i örfiyye"
diye zikr edilen vergilere ser'an ruhsatin verildigini söyleyebiliriz.



2-
Tekâlif-i Sakka: Bu, harp, malî kriz ve tabii âfet gibi bir zarurete
bagli olmadan tekâlif kaideleri disina çikilarak konmus bulunan
vergilerdir. Belli bir kaide ve sistemi olmadigindan bu tip vergilerde
hak ve adâlete pek riayet edilmeyeceginden, böyle vergilere ser'an
müsaade edilmemistir. Nitekim Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566)
devrinin sadrazami Lütfi Pasa (H. 942-947) bu konuya temasla söyle der:
"Cenk içinde askere hilaf-i kanun vergi vermemek gerektir."



Osmanlilarda,
Tanzimat'a kadar devam eden örfî vergilerin bu ikinci kismi olan
"sakka"nin olmadigini, tebea üzerine böyle bir verginin tarh
edilmedigi, ancak bazi vergilerin buna benzemelerinden dolayi "sakka"
zannedildikleri belirtilmektedir. Bununla beraber, bilhassa XVII.
asirdan itibaren bu tip vergilerin zaman zaman ortaya çiktigi
bilinmektedir. Fakat padisahlar, bununla mücadele ediyor ve böyle bir
yola bas vurulmamasi için "adâletnâmeler" gönderiyorlardi.



Örfî
vergilerin tahsili, ser'î vergilerin tahsilinden farkli idi. Ser'î
tekâlif, umumiyetle ziraî mahsul sahibi reâyâya, daha dogru bir ifade
ile köylüye hasr edilmis görünmektedir. Gerçi zekât ve cizye gibi ser'î
vergiler, bu kaidenin disinda bulunmaktadir. Fakat ziraî mahsûl ile
daha çok hasir nesir olan köylü, ösür ve harac gibi ziraî vergilerin
mükellefi bulunmaktadir. Buna karsilik örfî vergiler, daha çok
sehirliyi bilhassa ticaret erbabini ve pazarlarla alakali kimseleri
kapsamaktaydi. Sehirlerde tatbik olunan örfî tekâlif sekli, bilhassa
ticaret ve sanayi faaliyetine dayanmakta oldugundan birçok vergi bu
kisma dahil bulunuyordu. Keza büyük bir kisminin devlet adina sipahîler
tarafindan alindigini bildigimiz ser'î vergilerin aksine bu, her sene
vali, mütesellim ve voyvodalar tarafindan, mintika ileri gelenleri ve
kadi marifetiyle memleketin nüfusu veya evi (hâne) üzerine tarh
olunuyordu. "Rûz-i Hizir" ve "Rûz-i Kasim" hesabina göre senede iki
taksitle alinmak üzere tevzi defterleri tanzim ediliyordu. Tanzim
edilen bu defterler, ser'iye mahkemelerinin siciline kayd edilirdi. Bu
defterlere bir memleket halkindan, toplanmasi kararlastirilmis ne kadar
örfî vergi varsa tamami yazilirdi. Yazilan bu miktar, esit sekilde
fertlere taksim edilerek alinirdi. Bu defterlerin tasdikli bir sureti,
tahsil için kethüda, emin veya özel memurlara verilirdi. Vergi
mükellefleri de bu defterlerin kapsadigi sekil ve miktarda vergilerini
vererek, kendilerine düsen vatandaslik görevlerini yerine getirmis
olurlardi.



Zaman ve
mintikalara göre isimleri ile birlikte çesitleri de degisen örfî
vergiler, hazinenin vaz geçemiyecegi bir malî yardim halini almisti. Bu
vergilerin basinda "îmdadiye" diye isimlendirilen vergi gelmektedir.
"îmdadiye-i seferiye" ve "îmdadiye-i hazariye" olmak üzere iki kisma
ayrilan bu vergi, isminden de anlasilacagi üzere sefer ve harplere
bagli olarak tarh ve cibâyet edilen bir vergi kalemidir. Muharebe
masraflarini karsilamak üzere vatandaslardan alinan bir vergidir. Bu
vergi, Osmanli Devleti'nin, durmak bilmeyen harplerle karsilasmasi
yüzünden hazinenin, malî külfeti kaldiramamasi sebebiyle konulmustu.



Muharebeler
esnasinda, bosalan devlet hazinesinin (beytü'l-mal) ihtiyaci olan
parayi tedarik etmek ve askerin donatilmasini saglamak için konulan
imdadiye vergisi, bazan hazineye gönderilir, bazan da dogrudan dogruya
orduya memur olan serdarlara verilirdi. Miktari, durum ve ihtiyaca
bagli olarak fermanlarla artip eksilen bu vergi kalemi, tevzi
defterlerine yazilip toplanirdi. Bu vergi, sadece esnaf, tüccar vs.
gibi halk tabakalarindan alinmiyordu. Duruma göre devlet adamlari da bu
vergiye istirak ediyorlardi.



Osmanli
Devleti'nde, örfî vergiler kismina giren vergi kalemlerinden biri de
"Avânz" adini tasiyan vergidir. Bu vergi, olaganüstü hallerde, tebeaya
yüklenen bedenî, malî ve aynî bir vergidir. Avâriz-i divâniye adi ile
de anilan bu vergi, devlet masraflarinin memleket nüfusuna tevzi ve
taksimi sonucu ortaya çikmistir. Çok eski bir vergi olmakla beraber, ne
zaman ihdas olundugu kesin olarak bilinememektedir. Bununla beraber bu
verginin Osmanlilardan önce Anadolu beyliklerindeki mevcudiyetinden
bazi vesikalar sayesinde haberdar olmaktayiz. Vergi muafiyetini
ilgilendiren bu belgeleri nesr eden Uzunçarsili, benzerinin
Osmanlilarda da aynen uygulandigini bildirerek söyle der: "Anadolu
beyliklerindeki vergi ve rüsûmdan yani "avâriz-i divaniye" ve "rüsûm-i
örfiyye"den muafiyet muameleleri, birbirlerinin aynidir. Bu hususa dair
asagida vesikalar kisminda Karamanogullarina ait kayitlarla Osmanli
tahrir kayitlan karsilastirilacak olursa görüsümüz kesinlik kazanir."



Bu
verginin 4-5 yilda bir defa alindigini belirten Lütfi Pasa, bunun Yavuz
Sultan Selim (1512-1520) döneminde sadece bir defa alindigini kaydeder.



Devlet,
fevkalade bir vaziyetin icab ettirdigi masraflar ile muayyen vasiflan
haiz yiyecek maddelerini, harp levazim ve masraflarini, belirü vergi
kaynaklarindan karsilayamayacagini anladigi zaman, özel bazi tedbirler
ile memleketin bütün imkânlarini seferber etmeye karar verirdi. Bu
karar geregince vaziyetin icabina göre, kendisine lazim olan para,
hizmet, esya ve mahsûl miktari tesbit edilerek muhtelif bölge ve
mahallere tevzi edilirdi.



Halk
arasinda "salgun" diye de adlandirilan bu vergi XIX. asirda tamamen
paraya çevrildi. Tanzimat fermani ile de ortadan kaldirildi.



"Avâriz"
vergisi, degisik isimlerle zikr ediliyordu. Menzil mali, bedel-i nüzûl,
zahire baha, han, resm-i sürsat, kürekçi bedeli, kömür ve kereste
bedeli, beldaran, hâne, çayir kirasi gibi isimler bunlardan birkaçidir."



Diger
bütün vergilerde oldugu gibi, bazi sinif ve zümreler avârizdan muaf
tutulmuslardir. Askerî sinifa mensub olanlarla ilmî ve dinî bazi
mansiblarin sahipleri, derbentçi, tuzcu, çeltikçi, ortakçi, katranci ve
dogancilar ile bazi vakiflarin reâyasi ve bazi hizmet erbabini burada
zikredebiliriz.



Osmanli örfî
vergilerinden bir kalem de "Harçlar" adi altinda zikredilmektedir. Bu
vergi, daha ziyade resmî dairelere isi düsenlerden alinmaktaydi.
Degisik isimlerle alinan bu harçlar, mahkemelerde hakim, kadi ve
naiblerin verdikleri hüccetlerden, sicillere geçirilen hükümlerden,
mesihat makamindan yazili olarak çikan fetvalardan, ölen bir kimsenin
mirasçilari arasinda yapilan miras taksiminden, nikah vs. gibi
muamelelerin karsiligi olarak alinmaktaydi.







Kaynak: Osmanli tarihi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
OSMANLI MALIYESI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» OSMANLI DONANMASI
» Osmanlı Ordusu
» Osmanlı Yıkılış Dönemi
» Osmanlı Kuruluş Dönemi
» Muhtasar Osmanlı Tarihi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Edebiyat - Tarih - Dini Konular - Biyografi :: Tarih :: Osmanlı Tarihi-
Buraya geçin: