Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» Edebiyatımızın zenginleşme süreci
Askeri Teskilat I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:32 pm tarafından BeYzAdE_05

» SERVET-İ FÜNUN DEVRİ
Askeri Teskilat I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:32 pm tarafından BeYzAdE_05

» Aşık-Tekke Edebiyatı
Askeri Teskilat I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:31 pm tarafından BeYzAdE_05

» DİVAN SÖZCÜĞÜNÜN TANIM
Askeri Teskilat I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:31 pm tarafından BeYzAdE_05

» Halk Edebiyatı...
Askeri Teskilat I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:30 pm tarafından BeYzAdE_05

» Edebiyat Sözlüğü....
Askeri Teskilat I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:30 pm tarafından BeYzAdE_05

» Fecr-i ati edebiyatı
Askeri Teskilat I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» batılı anlamda türk tiyatrosu
Askeri Teskilat I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» BATI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI (19. yy- )
Askeri Teskilat I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» Ahmet Selçuk İlkan Bana Bunu Yapmayacaktın
Askeri Teskilat I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 2:03 pm tarafından BeYzAdE_05

Tarıyıcı
 
 SYHKN İttifak
 SYHKN Ana Sayfa
 Üye Listesi
 Profil
 Arama
PR
Haber Siteleri

 

 Askeri Teskilat

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



Askeri Teskilat Empty
MesajKonu: Askeri Teskilat   Askeri Teskilat I_icon_minitimePtsi Mart 30, 2009 9:12 am

ASKERÎ TESKILAT
Bir
toplumun "devlet" haline gelebilmesi, onun varligina vücud veren halk
ve idarecilerin "bagimsizlik" (istiklâl) kavramini tanimalari ile
mümkündür. Bu tanima, sadece fikir ve düsüncede kalmayip fiilen tatbik
edilmelidir. Bu da belli sinirlari koruyacak olan "askerî güç" denilen
bir sinifin mevcudiyeti ile gerçeklesir. Disiplinli ve sistemli hareket
eden bir askerî gücün ifade ettigi mâna çok iyi bilindiginden, tarihte
üne kavusmus bütün büyük devletler, bu konu ve teskilât üzerinde
hassasiyetle durarak onu muhafazaya çalismislardir.

Disiplinli
ve devamli bir ordunun teskili fikrinden hareketle sarf edilen çabalar,
milletlerin kendi bünyeleri, bulunduklari cografî ortam ve zamanlarina
göre degisik olagelmistir. Bu sebepledir ki, hayatlarini ziraî
ürünlerle kazanan milletler gibi topraga siki sikiya bagli olmayan
göçebe Türklerin hayatlarinda hayvanlarinin büyük rolü vardi. Bu,
onlarin daha disiplinli hareket etmesini sagliyordu. Keza bu, onlarin
harp disiplin, oyun ve usûllerine alismalarina da yardimci oluyordu.
Nitekim sonbaharda yapilan büyük sürek avlarinin sebepleri, bu önemli
gerçek içinde yatiyordu. Uygurlarin birçok aile ve boylarinin bir araya
gelerek yaptiklari bu sürek avlari, Göktürkler'de oldugu gibi bir çesit
savas egitimi idi. Ekonomi, devlet ve ordu idaresi, askerî bilgi ve
eglence bu bahanelerle tatbikat sahasina konuyor, yasaniyor ve
deneniyordu.

Ortaasya'li atli
kavimlerin hayatlarinin en önde gelen özelligi, hareket halinde olma
idi. Fertlerin bu hareketli hayati, topluma da bir dinamizm veriyordu.
Bu hareket ve canliligin sonucu olsa gerek ki, Islâm öncesi Türklerinde
hakim bulunan anlayisa göre "kendileri bir kurt, düsmanlari da bir
koyun sürüsü idi." Türklerdeki bu dinamizm, Müslaman olduktan sonra
daha bir kuvvetle devam etmis görünmektedir. Zira onlar, tarihî
kültürlerinin bir mirasi olarak devam ettiregeldikleri bu anlayisi,
Islâm'in "cihâd" ve "sehidlik" motifleri ile birlestirmislerdi.

Düsmanlarina
karsi yaniltma, ani hücum ve sizma gibi taktikleri ile taninan
Türklerin, Müslüman Arap ordulari içinde yer almalarindan sonradir ki,
Islâm ordulari genis bir cografî mekânda yayilma imkânini buldular.
Miislüman Türk askerlerinin Islâm ordusundaki durumundan bahs eden bir
arastirici sunlari söylemektedir:

"Bazen
uygulanan usûl de yürüyüs halinde olan düsman hatlarini tuzaga düsürmek
veya hemen girisilen muharebe ile anlari, önceden hazirlanmis tuzak
bölgelerine çekmek idi. Bu taktikteki büyük avantaj, saf nizaminda
hücuma alismis Arap süvarileri için pek söz konusu degilse de, âni
hücum, yaniltici çekilme, kanatlara sizma, her taraftan ok yagdirma ve
hücumu sür'atle tekrarlamada mâhir Türkler içindi."

Tarih
sahnesinde görünen birçok millet, askerî güç olarak ifade ettigimiz
devamli ve disiplinli orduyu ayakta tutup kendisinden istifade
edebilmek için çesitli çarelere bas vurmustur. Bu meyanda, harplerin
sebep oldugu nüfus azalmasini bir dereceye kadar ortadan kaldirmak için
galiplerin, maglup olan toplumlarin çocuklarindan yararlandigi da
görülmektedir. Osmanlilarin da bas vurdugu bu sistem, onlarin basarili
sonuçlar almalarina sebep olmustur.

Özellikle
kurulus ve daha sonraki dönemlerde kullanilan sistemler ile ordunun
sahip oldugu disiplin, Osmanli ordusunu basarili bir hale getiriyordu.
Batida bulunan Hiristiyan devletlerce de farkina varilan bu duruma
isaret eden bir seyyahin su sözlerine dikkat çeken Gibbons, o seyyahin
ifadesini söyle nakleder:

"Osmanlilar,
daha önceden Hiristiyan ordularinin ne vakit geleceklerini ve kendileri
ile çatisma için müsait yerin neresi oldugunu bilirler. Çünkü bunlar,
daima seferber bir halde idiler. Çavuslari ve casuslari, kuvvetleri
nasil ve nereye sevk etmek lazim geldigini biliyorlardi. Bunlar,
birdenbire harekete geçebilirlerdi. Yüz Hiristiyan askeri, on bin
Osmanlidan daha fazla gürültü yapiyordu. Trampet bir defa vurdu mu,
derhal yürüyüse baslarlar, adimlarini kat'iyyen yavaslatmaz ve yeni bir
komut verilinceye kadar kat'iyyen durmazlardi. Hafif techizatli
olduklari için Hiristiyan mühasimlarinin üç günde kat edemedikleri
mesafeyi bir gece içinde kat ederlerdi."

Pek
çok müessesede oldugu gibi, kendinden önceki Müslüman ve MüslümanTürk
devletlerinin teskilatlarindan yararlanmis bulunan Osmanlilar, bu
uygulamayi askerî sahada da gösteriyorlardi. Gerçekten, Osmanli askerî
teskilâtinin, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Ilhanli ve Memlûk
askerî teskilâtlan ile benzerlik arz etmesi, bu ifadelerin dogrulugunu
ortaya koymaktadir. Bununla beraber biz, daha açik bir fikir vermesi
bakimindan B. Selçuklu askerî teskilâtindan kisaca ve ana hatlari ile
bahs etmek istiyoruz.

Özellikle
Alp Arslan ve oglu Meliksah dönemlerinde devrinin en büyük askerî gücü
haline gelen Selçuklu ordusu, günümüzün Milli Savunma Bakanligi
durumundaki "Divan-i Arizu'l-Ceys" denilen bir teskilât tarafindan
idare ediliyordu. Büyük Selçuklu ordusu, çesitli kavimlerden alinarak
hususi saray terbiyesi ile yetistirilmis, tören, usûl ve protokolü
bilen ve dogrudan dogruya Sultana bagli bulunan "Gulaman-i saray", en
seçkin komutanlarin egitimi altinda her an emre hazir bekleyen "Hassa
ordu" su ile melik, vali, vezir gibi ileri gelen devlet büyüklerinin
askerleri ve tabi hükümetlerin askerlerinden kurulu idi. Isimleri
"Divan defteri"nde yazili bulunan "Gulaman-i saray" efradi, yilda dört
maas (bistgâni) alirdi. Devletin esas askerî gücünü teskil eden,
harplere katilan ve düsmana agir darbeler indiren "Hassa ordu"su askeri
de maasliydi. Ayrica vezir Nizamülmülk (öl. 485/1092) vâsitasiyle daha
küçük parçalara bölünen askerî iktalarda, geçimini arazi gelirlerinden
temin eden ve her zaman harbe hazir kalabalik bir süvari kuvveti
(sipahiyan) de vardi. Bu sâyede Selçuklu Devleti, büyük bir askerî
kuvvet bulundurma imkânina sahip olmustu. Buna karsilik Gazneliler ile
Büveyhîler döneminde askere ikta degil maas veriliyordu. Sikisik durum
ve zamanlarda, devletin bu maaslari ödeyemedigi oluyordu. Böyle
durumlarda komutanlar, vilayetlerin vergilerini kendi nâm ve
hesaplarina topluyorlardi. Halkla aralarinda bir menfaat birligi
olmadigindan askerin faaliyetleri, zaman zaman vilayetlerin harab
olmasina kadar variyordu. Halbuki askerî iktalar sayesinde Büyük
Selçuklu Devleti 400 bin, Türkiye Selçuklulari da 100 bin kisilik bir
orduya sahip bulunuyorlardi.

OSMANLILARIN ILK ASKERÎ TESKILÂTI
Bizans
Imparatolugu'nun hududlarinda bulunan ve Osman Gazi'ye bagli olan Türk
asiretleri atli idiler. O dönemin iklim, harp, teknoloji ve siyasi
sartlarina göre bu gerekliydi. Bu sebeple Osman Bey zamaninda harplere
istirak edip fetih yapanlar bu asiret kuvvetleri idi. Asiret
kuvvetleri, baslarinda serdarlari olmak üzere Osman Bey'in hizmetine
giriyor, fetihlerin sonunda ganimetlerden pay aliyor ve zapt edilen
topraklardan yerlesme hakki elde ediyorlardi. Topraga yerlesen
Türkmenler, tasarruf ettikleri (kullandiklar) yer karsiliginda Osman
Gazi'ye tabi oluyorlardi. Timarlarinin gerektirdigi sayida atli askeri
de savasa gönderiyorlardi. Osman Bey, uç beyi olduktan sonra kendisi
ile yakin çevresini koruyan ve yevmiye hesabi ile ücret alan askerlerin
sayisini artirdi. Bunlar, Selçuklular'da oldugu gibi "Kul" veya "Nöker"
adi ile aniliyorlardi. Ulûfeli askerlerin sayisi, beyligin gücü ile
orantili olarak artiyordu. Bu bakimdan beyligin sinirlari genisledikçe
Osman Bey'in kapisindaki kul sayisi da artiyordu.

Osman
Bey zamaninda, beyligin kuvvetleri, hizmetleri karsiligi ganimetten
hisse alan ve feth edilen yerlere atli asker vermek sartiyla yerlesen
Türkmen kuvvetleri ile ücretleri gündelik olarak ödenen Osman Bey'in
sahsî askerlerinden ibaretti. Nöker veya Kul adini tasiyan bu askerler,
fetih hareketlerinde henüz etkin rol oynayacak sayiya ulasmamislardi.

Asiret
kuvvetleri ile ulûfeli askerler, ilk zamanlarda yeterli oldularsa da
fetihler çogaldikça sayi olarak kifayet etmemeye basladilar. Bu
bakimdan Osman Bey, fetihlere devam edebilmek için dinamik eleman
arayisina baslama ihtiyacini duydu. Bundan sonra ihtiyaç hasil oldugu
zaman Sögüt, Karacasehir, Eskisehir ve Bilecik dolaylarindaki köylerde
oturan ve tarimla ugrasan Türk köylülerinden yararlanmaya karar verdi.

Atli
olan asiret birlikleri, özellikle kale muhasaralarinda fazla tesirli
olamiyorlardi. Bundan baska fetihler sonucu arazi genisleyip birçok
gayr-i müslimin, devletin vatandasi durumuna gelmesi ve muhasaralarin
uzamasi üzerine asiret kuvvetleri, istenilen zamanda istenilen yere
ulasamiyorlardi. Bu sebeple Orhan Bey döneminde yeni ve devamli bir
askerî birlige ihtiyaç duyuldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



Askeri Teskilat Empty
MesajKonu: Geri: Askeri Teskilat   Askeri Teskilat I_icon_minitimePtsi Mart 30, 2009 9:13 am

YAYA VE MÜSELLEMLER

Osman
Bey'in ölümünden kisa bir süre sonra, beyligin sinirlarinin genislemesi
ve kisa bir gelecekte, daha bir genislemeye namzed olmasi, Orhan Bey'i
askerî, malî ve idarî düzenlemeler yapmak zorunda birakti. Gerçekten de
beylik çerçevesinden çikip güçlü bir devlet haline gelmek için, düzenli
bir orduya ihtiyaç vardi. Orhan Bey de bu görüsten hareketle önce
orduyu ele aldi.


Orhan Bey'in
saltanatinin ilk yillarinda askerî kuvvetler, Osman Bey zamanindan pek
farkli degildi. Fetihler arttikça topraga yerlesen Türkmenlerin sayisi
artmis, buna bagli olarak timarli sipahî sayisi da çogalmisti. Kul veya
Nöker denilen sinif, Osman Bey zamaninda oldugu gibi yine ulûfe
aliyordu.


Fetihlerin devami
için zarurî olan ordunun organizasyonu, yani, ilk düzenli birlikler,
Bursa'nin fethinden sonra ve Iznik'in fethinden önce Vezir Alaeddin
Pasa ile Bursa Kadisi Çandarli Kara Halil'in (öl. 1387) teklifleri
dogrultusunda yapilmisti. Buna göre devamli surette savasa hazir yaya
ve atli bir kuvvetin bulundurulmasi gerekiyordu. Bu maksatla Türk
gençlerinden meydana getirilen bu ordunun atsiz askerine "Yaya", atli
askerine de "Müsellem" adi verildi. Alaeddin Pasa'ya göre askerî sinifa
mensub olan kimseler ile vezirler, özel bir kiyafet giyerek halktan
ayird edilmeliydi. Bu sebeple, bunlarin giyecekleri elbise ve
baslarinda tasiyacaklari sarigin renk ve biçimi tesbit edildi. Buna
göre bunlar "Ak börk" giyeceklerdi. Böylece tasradaki timarli
sipahilerden de ayrilacaklardi.


Türk
gençlerinden kurulan ve her biri bin kisi olan bu askerî birligin
efradi. Çandarli Kara Halil tarafindan seçilmisti. Asikpasazâde'nin
ifadesine göre birçok kisi "Yaya" yazilmak için Çandarli Kara Halil'e
müracaat etmisti. Savas zamaninda bu gençlere önce birer, daha sonra da
ikiser akça gündelik verilmesi kararlastirildi. Savas olmadigi
zamanlarda da ziraat yapmak üzere kendilerine toprak tahsis edildi.
Bunlar, vergilerden muaf tutuldular. Orhan Bey zamaninda hassa ordusu
sayilan yaya ve müsellemler, kaç sancak varsa o kadar yaya ve atli
sancaga bölünerek basina sancakbeyi tayin edildi. Yaya denilen piyade
sinifinin her on kisisi için bir bas (onbasi), her yüz kisiye de daha
büyük bir bas (yüzbasi) tayin edilmisti. Müsellem adi verilen atli
birligin her otuz kisisi bir "Ocak" meydana getiriyordu. XV. yüzyil
ortalarina kadar fiilen silahli hizmette bulunmus olan bu Yaya ve
Müsellemler, Kapikulu ocaklarinin kurulup gelismesiyle yerlerini onlara
terk ettiler. Daha sonra Rumeli'deki Yürükler, Canbazlar ve Tatarlarin
katilmasiyla Osmanli askerî teskilâtinin geri hizmet sinifini meydana
getirdiler. Bu sinif, köprü yapimi, yol insaati, kale tamir ve yapimi
ile hendek kazimi gibi islerde kullanildi.


Görüldügü
gibi Osmanli Devleti'nin ilk döneminde, yani Osman Bey zamaninda
beyligin kuvvetleri iki kisimdan ibaret bulunuyordu. Bunlardan biri,
Türkmen asiretlerinden saglanan ve kendilerine hizmetleri karsiliginda
elde ettikleri ganimetler disinda timar da verilen atli kuvvetler,
digeri de Osman Bey'in, ücretlerini gündelik olarak verdigi sahsî
askerlerdi. Bunlara Nöker deniyordu ki tamami hür insanlardan meydana
gelmisti. Orhan Gazi döneminde ise Yaya ve Müsellem adi ile yeni ve
devamli bir askerî birlik kurulmustu.


Bu
bilgilerin isigi altinda konuya bakildigi zaman Osman ve Orhan Bey'ler
zamaninda Osmanli ordusu, üç gruptan tesekkül ediyordu. Bunlardan biri
asiret kuvvetleri, ikincisi Nöker adi verilen ve sonradan "azab" adini
alan sahsî askerler ki bir çesit hassa orduyu meydana getiriyorlardi.
Üçüncüsü de biraz önce kuruluslarindan bahs ettigimiz Yaya ve Müselle
ordusu idi.


Kurulus döneminden baslamak üzere Osmanli ordusu "Kara" ve "Deniz" olmak üzere iki kisimdan ibaretti.

OSMANLI KARA ORDUSU

Ordu-u
Hümâyun denilen Osmanli Kara Ordusu, genel olarak iki bölüme ayrilmakta
idi. Bunlardan biri "Kapikulu Askerleri" digeri de "Eyâlet Askerleri"
adini tasiyordu. Bu askerî birliklerin her biri, gördükleri hizmetlere
göre kendi içinde daha küçük kisimlara ayrilip ona göre isimler aliyor.
Bu isimler, ocak kelimesi ile bir terkip olusturduklarindan ayrica
bunlara "ocak" deniyordu. Ocag'in en büyük subayina da "Ocak Agasi" adi
veriliyordu.


KAPIKULU ASKERLERI

Kapikulu
denilen bu askerî birlik, Selçuklular ve diger bazi devletlerde oldugu
gibi "Hassa Ordu"yu meydana getirmekteydi. Bu sinifa dâhil olan
askerler, devletten "Ulûfe" adiyla maas alirlardi. Burada "kapi"
kelimesinin kullanilmasi ve devletten maas alan askerlere de "Kapikulu"
askeri denmesinin sebebi, Kapi kelimesinden bizzat devletin
anlasilmasiydi. Zira eskiden beri dogu ülkelerinde isler, hükümdar
saraylarinin kapisinda görülürdü. Bu tabir, Kapi müdafaasinda bulunan
askerler için de kullanilmakla beraber sadece onlara hasr edilmeyen bir
kelimedir. Askerler için de bu kelime kullaniliyordu. Iste bu sebepten
dolayi devletten maas alan askerlere "Kapikulu askerleri" deniyordu.


Kapikulu
askerleri baslangiçta devlet merkezinde bulunuyorlardi. Fakat ülke
genisleyip muhafazasi için hudud boylarinda kaleler insa edilince
oralarda da ikamet etmek mecburiyetinde kaldilar.


Osmanli
Devleti, Rumeli taraflarinda fetihler yapip genislemeye baslayinca
devamli bir orduya ve daha fazla askere ihtiyaç hasil olmustu. Bu da
savaslarda esir alinan ve askerî sartlara uygun hiristiyan çocuklarinin
kisa bir müddet Türk terbiyesi ile yetistirilerek yeni bir askerî
sinifin meydana getirilmesiyle karsilanmisti. Iste bu teskilât,
Kapikulu ocaginin çekirdegini teskil etmisti. Kapikulu askerleri iki
gruba ayrilmaktadirlar. Bunlar:


1. Kapikulu Piyadesi

2. Kapikulu Süvarisi.

KAPIKULU PIYADESI

Osmanli
Devleti'nin, merkez askerî teskilât, içinde yer alan Kapikulu
askerleri, Osmanli askerî teskilâtinin önemli bir bölümünü meydana
getiriyorlardi. Kapikulu piyadesi de kendi arasinda ayri gruplara
ayrilmisti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



Askeri Teskilat Empty
MesajKonu: Geri: Askeri Teskilat   Askeri Teskilat I_icon_minitimePtsi Mart 30, 2009 9:13 am

ACEMI OCAGI

Osmanli
askerî tarihinde, önemli yeri bulunan ve Kapikulu piyadesinin mühim bir
bölümünü teskil eden yeniçerilere mense' olan "Acemi ocagi", Sultan
Birinci Murad zamaninda Kadiasker Çandarli Kara Halil ile Karaman'li
Kara Rüstem'in tavsiyeleri sonucu ortaya çikmisti. Hoca Saadeddin
Efendi'nin bildirdigine göre bu uygulama, Sultan Birinci Murad'in
devr-i saltanatinda 763 (1361-62) tarihindeki Zagra'nin fethi ile
baslamistir. Devlet adina ve "Pencik" kanununa göre alinan esirler",
Yeniçeri ocagina asker yetistirmek için Gelibolu'da kurulmus bulunan
Acemi ocagina gönderiliyor ve yevmiye bir akça ücretle Gelibolu ile
Çardak arasinda isleyen at gemilerinde hizmet görüyorlardi. Bir müddet
sonra bunlar, Yeniçeri ocagina aliniyorlardi. Fakat bu esirler, firsat
buldukça kaçip memleketlerine gittikleri için bu sistem degistirildi.
Savaslarda esir edilen küçük yastaki Hiristiyan çocuklari, evvela
Anadolu'daki Türk köylülerinin yanina verilerek (Türk'e vermek) az bir
ücretle hizmet ettirilmeye baslandi.


Gerçi
bu ocagin, Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda, bizzat kendisi
tarafindan savasta esir alinan Hiristiyan çocuklari ile basladigi
belirtilmekte ise de ocagin gerçek manada müesseselesmesi, yukarida
belirtilen sekilde olmustur.


Sözlük
manasiyle beste bir demek olan "pencik" harplerde ele geçirilen
esirlerden, askerlikte kullanilmak üzere beste birinin alinmasi
demektir.


Islâm hukukunun
ganimetlerle ilgili vaz' etmis oldugu prensiplerinden dogmus olan
"pencik", Osmanli Devleti'nin ilk kurulus yillarinda uygulanmiyordu.
Harpler sonunda ele geçen diger ganimetler gibi esirler de gazilere
taksim ediliyordu. Gaziler, hisselerine düsen esirleri, Islâm hukuku
geregince istedikleri sekilde istihdam edebiliyor, istihdam yeri
olmayan da onlari satabiliyordu.


Osmanlilarda
Acemi oglani iki sekilde alinirdi. Bunlardan biri savaslarda elde
edilen erkek esirlerin beste birinden (pencik), digeri de Osmanli
vatandasi olan Hiristiyan çocuklardandi. Savaslarda elde edilen
esirlerin asker olarak alinmasiyle ilgili "Pencik Kanunu" tertib
edilmisti. Buna göre alinan esir oglanlara "Pencik Oglani" adi
verilmisti. Elde edilen bu esirler, "Pencikçi" denilen memur tarafindan
tesbit edilir, bunlardan on ila on yedi yaslari arasinda olan erkek
esirlerden vücutça kusursuz ve saglam olanlar devletçe üçyüz akça
karsiligi satin alinirdi. Böylece Acemi ocagina ilk efrad, Pencik
kanunu ile toplanmistir. Bu sistemin gelismesinde büyük ölçüde rolü
bulunan Kara Rüstem de Gelibolu'da Pencik vergisini (Resm-i Pencik)
toplamakla görevlendirilmisti.


Pencik
oglanlarinin, Anadolu'daki Türk çiftçilerinin yanina verilmesi, aradaki
deniz sebebiyle kaçmalarina engel olmak içindi. Bununla beraber, zaman
zaman bazi esir çocuklarin Avrupa'ya kaçtigi görülüyordu. Esirlerin,
Türk çiftçilerinin yanina verilmesi ile ilgili kanun hakkinda
kaynaklarda farkli tarih ve zamanlar verilmektedir. Bu cümleden olarak
Sirpsindigi savasi, Edirne'nin fethi ve Bilecik tarafina yapilan ilk
akinlarda olduguna dair rivayetler bulunmaktadir.


Cüz'i
bir ücretle Türk çiftçisinin yanina verilen Acemi oglanlarina çok az
bir ücretin verilmesi, onlarin "ben padisah kuluyum" deyip çiftlik
sahibine kafa tutmamasi içindi.


Acemi
oglanlar, ziraat islerinde çalistirildiklari gibi kisa zamanda Türkçe
ile birlikte Islâm-Türk örf ve âdetlerini de ögreniyorlardi. Böylece
yeni hayata intibak ettikten sonra bir akça gündelikle "Acemi Ocagi"na
kayit ettiriliyorlardi. Burada bir müddet hizmet gördükten sonra
yevmiye iki akça karsiligi "Yeniçeri Ocagi"na gönderiliyorlardi.
Yildirim Bâyezid döneminin sonlarina kadar belirtilen sekilde devam
eden bu usûl, Ankara Savasi'ndan (1402) sonra fetihlerin durmasi ve iç
karisikliklarin bas göstermesi yüzünden büyük ölçüde tatbik edilemez
olmustu. Kapikulu ocaklarindaki kadro eksikligini gidermek için baska
bir çareye bas vurmak gerekiyordu. Bu sebeple Rumeli'ndeki Hiristiyan
tebeadan muayyen bir kanunla ve "Devsirme" ismiyle münasib sayida
Hiristiyan çocugu alinmasina karar verildi.


Daha
önce de temas edildigi gibi Ankara Savasi'ndan sonra Osmanli fetihleri
durmus, bazi yerler Bizans ve Sirplara terk edilmislerdi. Gerek Çelebi
Mehmed zamaninda, gerekse oglu Sultan Ikinci Murad'in ilk devirlerinde
Rumeli'de fütuhat yapilamadigi için esirlerden istifade edilememisti.
Bunun üzerine Osmanlilardan önceki Türk ve Islâm devletlerinde
uygulanmamis olan yeni bir usûl ile devletin, Hiristiyan tebeasi olan
ve yaslan uygun çocuklarindan sadece bir tanesinin Osmanli ordusuna
alinmasi kararlastirildi. Böylece Hiristiyan vatandaslarin
çocuklarindan asker devsirmek için bir "Devsirme Kanunu" yürürlüge
konuldu. Bu yeni kanunla, bastan basa gayr-i müslim olan Rumeli halki,
tedrici surette müslümanlastirilacakti. Müslümanlastirilan bu
insanlarla da Osmanli ordusu kuvvetlenecekti. Böylece devlet, bu sayede
Müslüman nüfusunu koruma gibi bir hedefe de ulasmis oluyordu. Gerek
Müslüman nüfusu çogaltma, gerekse harplerde kendisinden istifade etme
bakimindan iki yönden faydali olan bu Devsirme kanunu , Pencik kanunu
ile asker almanin yerine geçmisti. Zaten Pencik kanunu da eski önemini
kaybetmeye baslamisti.


Devsirme
kanunu geregi ihtiyaca göre üçbes senede ve bazan daha da uzun bir
sürede Hiristiyanlardan sekiz ila on sekiz ve bazan yirmi yas
arasindaki sihhatli ve kuvvetli çocuklardan Acemi Oglani alinmaya
basladi. Bununla beraber 14-18 yas arasindakiler tercih ediliyordu.
Önceleri Rumeli'de Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan'dan,
daha sonra ise Sirbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan çocuk
toplandi. Bu durum, XV. Muhtelif hizmetlerde bulunan Acemilerin,
Yeniçeri Ocagina kayit ve kabullerine "Çikma" veya "Kapiya Çikma
(bedergâh) denirdi.


Devsirme
usûlü, kendi dönem ve zamanina göre iyi bir sonuç vermisti. Bu sonuç
hem Osmanlilar, hem de çocugu devsirilen aileler için faydali olmustu.
Osmanlilar açisindan faydali olmustu, zira o dönemin bitip tükenmek
bilmeyen harpleri, devamli surette insanlari yutan birer makine haline
gelmislerdi. Iste bu makinalarin zararlarini en aza indirebilmek ve
kendi Müslüman Türk nüfusunu koruyabilmek için devlet, gayri müslim
vatandaslarindan istifadeyi düsünmüstü. Böylece hem Islâm Türk
mefkûresinin daha genis sahalarda yayilmasini saglamak, hem de kendi
asil nüfusuna dokunmamak suretiyle azinliga düsmeyecekti. Devsirme
sistemi, çocugu devsirilenler bakimindan da faydali bir seydi, çünkü
onlar da çocuklarinin içinde bulunduklari mali sikintidan kurtulacagini
biliyorlardi. Muhtemelen çocuklari devlet kademelerinde vazife alir ve
yüksek bir mevkiye gelebilirdi. Bunun da kendileri için faydali olacagi
bir gerçekti. Bu sebepledir ki kaynaklar, pek çok Hiristiyan ailenin,
çocugunu devsirmeye verebilmek için adeta birbirleri ile yaristiklarini
kayd ederler. Hatta sadece Hiristiyan çocuklarinin devsirilmesi kanun
iken feth edildikten sonra halki Müslüman olan Bosna'dan da devsirilmek
suretiyle acemi oglani alinirdi. Zira bunu bizzat kendileri arzuluyordu.


Bilindigi
üzere her saha ve konuda oldugu gibi devsirme sisteminde de arzu
edilmeyen bazi suistimallerin oldugu söylenebilir. Buna karsilik
devlet, gönderdigi memurlarinin kanunsuz hareketlerini önlemeye gayret
ediyordu. 9. Cemaziyelahir 973 (10 Ocak 1566) tarihinde Semendire Beyi
ile Ivraca Kadisina yazilan bir hükümde Acemi oglani devsirmeye giden
bir memurun hâne (ev) basina onar akça nal parasi vesair kanunsuz
paralar alip 5-10 yasindaki çocuklari önce alip sonra bin ve daha
ziyade akçaya tekrar babalarina sattigi bildirilmekle Yayabasilarindan
Ferhad gönderilip hakkiyla teftis olunmasi ve memurun esyasi arasinda
bulunan para, kumas vesair mühürlenip defterle merkeze gönderilmesi emr
edilmistir. Böylece devlet, bu ve benzeri haksizliklarin önüne geçmeyi,
adaletsizligi ortadan kaldirmayi istiyordu.


II. Yeniçeri Ocagi

Avrupa'da
kurulan devamli ordudan bir asir önce vücuda getirilmis olan Yeniçeri
ordusu, Osmanli Devleti'nin ilk dönemlerinde dünyanin en mükümmel
ordusu haline getirilmisti. Bu ordu, teskilât ve disiplini ile bu
sifati tasimaya hak kazanmisti. Osmanli Devleti'ni kuran ve kisa bir
zamanda hududlari Rusya, Lehistan, Macar ovalan ile Viyana, Venedik
önlerine;


Iran, Arabistan ve Misir çöllerine kadar götüren hükümdarlarin en büyük dayanaklarindan biri bu ordu olmustur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



Askeri Teskilat Empty
MesajKonu: Geri: Askeri Teskilat   Askeri Teskilat I_icon_minitimePtsi Mart 30, 2009 9:13 am

Piyade
birligi olan Yeniçeri ocaginin, hangi tarihte ihdas edildigi kesin
olarak tesbit edilememekle birlikte bunun, Murad Hüdavendigâr zamaninda
yani on dördüncü asrin son yarisi içinde bir ocak halinde kuruldugu
söylenebilir. Bazi kaynaklarda bu kurulusun 1365 yili oldugu
söyleniyorsa da büyük bir ihtimalle bunun 1362 yilinda oldugudur.
Türkçe asker demek olan "Çeri" ile "yeni" kelimelerinin bir araya
gelmesiyle meydana gelen bu terim, Osmanli Devleti'nin merkezinde ve
hükümdara bagli bulunan yaya askeri için özel bir isim haline
gelmistir. Haci Bektas-i Veli ile hiç bir ilgisi olmamakla birlikte
(Âsikpasazâde, 204-206) zamanla bu tarikata izafe edilerek Yeniçerilere
"Taife-i Bektasiye", ocaga da Bektasî ocagi denmistir.


Bu
ocagin kurulus sebebi, mevcud askerin azligina ragmen, fetihlerin
çogalip sinirlarin genislemesi ve eldeki askerin de bu sinirlari
koruyamaz duruma gelme endisesi idi. Halbuki hem Rumeli'yi elde
tutabilmek hem de yeni fetihlerde bulunabilmek için devamli ve
hükümdarin emir komutasi altinda bir askerî birlige ihtiyaç vardi.
Benzer teskilâtlar, yani esirlerden istifade etme sistemi, daha önceki
Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinde de vardi. Bu mânada
Osmanlilarin, Selçuklular ile Memluklulari örnek aldiklari
anlasilmaktadir.
Yeniçeriligin
ilk kurulusunda, orduya bin kadar yeniçeri alinmisti. Bunlarin her yüz
kisisine komutan olarak daha önce Türklerden meydana getirilen yaya
askeri usûlüne uygun olarak bir "Yayabasi" tayin edilmistir.




Ocak,
XV. yüzyil ortalarina kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat adi
verilen bir siniftan ibaret iken Fâtih Sultan Mehmed zamanindan
itibaren (1451 senesi), "Sekban" bölügünün de iltihakiyla iki sinif
haline gelmis. XVI. asir baslarinda ise "Aga" bölügü denilen üçüncü bir
kisim daha teskil edilmistir. Yaya bölükleri peyderpey artarak 101
bölüge kadar çikmistir. Aga bölükleri 61, Sekban bölükleri ise 34
rakamina kadar yükselmistir.




Yeniçeriler,
baslarina börk ismi verilen beyaz keçeden bir baslik giyerlerdi. Bunun
arkasinda ise yatirtma denilen ve omuza kadar inen bir parça yer
almaktaydi. Yeniçeriler börklerini egri, subaylari da düz giyerlerdi.
Fâtih kanunnâmesinde belirtildigine göre yeniçeri taifesine her yil
beser zira' laciverd çuka ve otuz iki akça "yaka akçasi" ile her birine
basina sarmasi için altisar zir'a astar verilmesi hükmü konmustu.




Her
yeniçeri bölügüne "Orta" denirdi. Her ortanin da komutani olan ve
"Çorbaci" denilen bir subayi bulunurdu. Sekban ve Aga bölüklerinde bu
komutana "Bölükbasi" denirdi. Yeniçeri ocaginin en büyük komutani
"Yeniçeri Agasi" idi. Yeniçeri Agasi, ocagin kurulusundan 1451 senesine
kadar .ocaktan tayin edilirken bu tarihten sonra Sekbanbasilardan tayin
edilmeye baslandi. Bununla beraber bu kanun daha sonra degistirilerek
ocagin disindan olan kimseler de tayin edilmistir. Yeniçeri Agasi,
Yeniçeri Ocagi ile Acemi Ocagi islerinden sorumlu idi. Bundan baska
Istanbul'un asayisi ile de ilgilenir ve yaninda bulunan bir heyetle kol
dolasip güvenligi saglardi.Bu sebeple hükümdarlar, bunlarin güvenilir
ve sadik kimselerden olmasina dikkat ederlerdi. Yeniçeri Agalarinin
azil ve tayini 1593'e kadar dogrudan padisah tarafindan
gerçeklestirilirken, bu tarihten itibaren veziriazamlara intikal
etmistir.




Yeniçeri Ocagi'nin en
büyük komutani olan Yeniçeri Agasi'ndan baska Sekbanbasi, Ocak
Kethüdasi veya Kul Kethüdasi, Zagarcibasi, Turnacibasi, Muhzir Aga ve
Bas çavus ta ocagin büyüklerindendi. Bunlardan baska bir de "Yeniçeri
Efendisi" denilen ocak kâtibi vardi.




Yeniçeriler,
maaslarini (ulûfe) üç ayda bir alirlardi. Bu konuda ocagin en büyük
âmiri olan Yeniçeri Agasi ile herhangi bir nefer arasinda fark yoktu.
Onun için Yeniçeri Agasi da bu ulûfe isine dahil edilirdi. Ulûfe,
pâdisahin nezâretinde büyük bir merasimle her ortaya torbalar halinde
tevzi edilirdi. Hicrî kamerî takvime göre dagitilan ulûfenin Sali günü
verilmesi kanundu.




XVI. asra
kadar devsirmeden toplananlardan baskasi katilamazken 990 (1582)
senesinde Sultan III. Murad (1574-1595)'in, sehzadesi Mehmed için
tertiplenen sünnet dügününe katilan bir sürü canbaz, hokkabaz ve
oyuncunun mükafat olarak bu ocaga kayd olmalari, ocagin yavas yavas
bozulmasina sebep olmustu. Devletin kurulusundan kisa bir müddet sonra
teskil edilen Yeniçeri Ocagi, belirtilen olaydan sonra hariçten
insanlarin ocaga girmesiyle bozulmaya yüz tutmustu. Çünkü, egitimsiz ve
basibos kimselerin ocaga girmeleriyle bu askerî teskilât, dogrudan
siyasete katilan, devlet adamlarini tayin veya azlettiren, padisahlari
tahttan indiren veya tahta çikaran bir kuvvet halini almisti. Gerçekten
de onlarin zorbaliklarini ve yaptiklari kötülüklere isaret eden (1826)
tarihli bir hüküm Istanbul Kadisina gönderilmistir. Bu hükümde söyle
denilmektedir: "Allah'a, Peygambere ve sizden olan ûlu'l-emre
itaatediniz" âyet-i kerimesi muktezasinca kaffe-i mü'min ve muvahhid
olanlar, emr-i ulu'l-emre itaat ve inkiyad ile me'mur olup bir
müddetten beri Yeniçeri nâmina olan eskiya makulesi, hilâf-i ser'-i
serif, daire-i itattan huruc ederek fürce bulmasi cihetiyle gerek
memâlik-i mahrûsede ve gerek dâri's-saltanat-i seniyede her bir sey
çigirindan çikmis ve ol makule esrar-i nâsin garazlari olan mel'aneti
icra zimninda her bir seye müdahele daiyesine düsmelerinden nasi,
Ümmet-i Muhammed'in mal ve canlarindan emniyetleri kalmayip rahatlarina
halel gelerek bayagi alis verislerine varinca fesada varmis..." Bu
hükümde de açikça görüldügü ve yukarida belirtildigi gibi Yeniçeri
askeri her seye müdahele eder olmus. Buna karsilik gerçek vazifesi olan
askerligi tamamiyle unutur olmustu. Zira onlar, askerlik yerine
esnaflikla ugrasiyorlardi. XVII ve XVIII. asirlarda sik sik
ayaklanmislardi. Bunun üzerine ocak, "Vak'a-i Hayriye" diye
isimlendirilecek olan bir karar ve hareketle 15 Haziran 1826'da Sultan
Ikinci Mahmud tarafindan lagv edilerek ortadan kaldirildi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



Askeri Teskilat Empty
MesajKonu: Geri: Askeri Teskilat   Askeri Teskilat I_icon_minitimePtsi Mart 30, 2009 9:14 am

CEBECI OCAGI






Kapikulu
askerinin piyade ocaklarindan biri de "Cebeci Ocagi"dir. Kelime olarak
"cebe" zirh demektir. Osmanlilar, bir nevi istilah olarak bu kelimenin
mana ve kapsamini genisletmis görünmektedirler. Bunun içindir ki
"cebeci" dendigi zaman belli hizmetleri olan bir askerî sinif akla
gelmektedir. Buna göre devletin yaya muharib askeri olan yeniçerilerin
ok, yay, kalkan, kiliç, tüfek, balta, kazma, kürek, kursun, barut,
zirh, tolga, harbe vesaire gibi ihtiyaçlari olan savas alet ve esyasi
yapan veya tedarik eden ocaga "Cebeci Ocagi" denirdi. Bu ocak,
yeniçerilere lazim olan harp levazimatini deve ve katirlarla nakl
ederek, cephede bulunan yeniçerilere dagitirdi. Savas sonunda da
bunlari tekrar toplardi. Bu arada tamire muhtaç olanlari da tamir
ederek silah depolarinda muhafaza ederdi.







Sefer
esnasinda ordu komutanlari refakatina münasib bir miktar cebeci
verilirdi. Bunlarin, kuvvetli, becerikli ve silahtan anlayanlardan
olmasi gerekirdi. Bu maksatla Cebecibasiya bu yolda emirler verilirdi.
Baris zamaninda bunlar, kendilerine tahsis edilen Ayasofya taraflarinda
ve Tophane civarinda bulunan kislalarinda ikamet ederlerdi.







Bu
ocagin kurulus tarihi kesin olarak tesbit edilmekle birlikte, Yeniçeri
ocagi ile birlikte veya ondan çok kisa bir müddet sonra oldugu tahmin
edilmektedir. Bu ocaga girecek olanlar, "Pencik" ve "Devsirme Kanunu"
devam ettigi müddetçe Acemi oglanlari arasindan seçilirdi. Sonralari
Yeniçeriler gibi bunlarin da evlenmelerine müsaade edildiginden yetisen
çocuklari da cebeci olurdu. Ocaga alinacak kimseler, önceleri "sakird"
ismiyle alinir, daha sonra fiilen cebeci olurlardi.







Ocak
mevcudu, aralarindaki münasebet dolayisiyla Yeniçeri askerinin azalip
çogalmasina bagli olarak artar veya eksilirdi. XVI. asir ortalarinda
yeniçeriler 12 bin nefer iken bunlarin sayilan 500 kadardi. XVII.
asirda (1675) te cebecilerin sayilari 4180 civarindadir. XVIII.
yüzyilda cebecilerin sayisi 2500-5000 arasinda degismekteydi. Yeniçeri
Ocagi'nin lagv edilmesi ile ortadan kalkan Cebeci Ocagi, Asakir-i
Mansûre ile yeniden tesis edilmisti.







Diger
Kapikulu ocaklari gibi "orta" denilen ve 38 bölüge ayrilmis bulunan
cebecilerin en büyük komutani "Cebecibasi" idi. Ortalar, kendi
aralarinda silah yapan, silahlan tamir eden, barutlari islâh eyleyen,
harp levazimatini tedarik edip hazirlayan ve humbara yapanlar gibi ayri
ayri kisimlara ayriliyorlardi.







TOPÇU OCAGI






Top
dökmek, top atmak ve top mermisi yapmak gayesiyle teskil edilen bu ocak
da, Kapikulu ocaklarinin yaya kismindandi. Efradi, Acemi Ocagi'ndan
saglanirdi. Osmanli ordusunda ilk top, Sultan I. Murad zamaninda 1389
yilinda Kosova Meydan Muharebesinde kullanilmistir. Yildirim Beyâzid
tarafindan da gerek Istanbul muhasaralarinda gerekse Nigbolu
kusatmasinda topun bir silah olarak kullanildigi, Asikpasazâde
tarafindan anlatilmaktadir. Görüldügü gibi Osmanli Devleti'nin daha
baslangiç yillarinda top, ordunun ayrilmaz bir parçasi haline
gelmistir. Bununla beraber topun silahli kuvvetlerin agir ve önemli bir
silahi olarak ordu ve donanmaya yerlesmesini saglayan, Fâtih Sultan
Mehmet olmustur. Kale yikan büyük toplar ile havan topunun mucidinin de
Fâtih Sultan Mehmed oldugu belirtilmektedir. Bu silahin, askeriyedeki
önemi o kadar büyümüs ve devlet ona o kadar ehemmiyet vermistir ki,
patlatilamayan bir topun patlamasini temin eden kimseleri bile her
türlü vergi ve rüsûmdan muaf saymistir.







Topçu
ocaginin top döken kismi ile top kullanan bölükleri ayri ayri idiler.
Toplar, her zaman devlet merkezinde veya fabrikalarinda
döktürülmezlerdi. Bazen kale muhasaralarinda kalelerin önünde de top
imal edildigi görülmektedir. Nitekim Sultan II. Murad zamanindaki Mora
ve Arnavutluk seferlerinde, daha sonra da Istanbul kusatmasinda
develerle getirilen malzeme ile buralarda toplar döktürülmüstü.







Osmanlilar,
gelecekteki ihtiyaçlarini karsilamak ve devamli bir sekilde hazirlikli
bulunmak gayesiyle Istanbul'un disinda da top fabrikalari kurmuslardi.
Bu fabrikalar, hudud veya hududa yakin yerlerde idi. Bu yerler:







Belgrad,
Semendire sancaginin Baç (Beç) madeni, Budin, Içkodra, Praviste,
Timasvar ile Asya'da Iran sinirina yakin Kerkük'ün Gülanber kalesi idi.
Bu toplarin mermilerini yapan fabrikalar da Bilecik, Van, Kigi,
Kamengrad, Novaberda ve Baç'da idi. Bu mermiler (yuvarlak=gülle) için
de ayri ayri yerlerde depolar yaptirilmisti. Her yil ne kadar mermi ve
gülle dökülecegi, Divan tarafindan planlanip Topçubasina bildirilirdi.
Dökümhanelere de buna göre emir giderdi. Bir gülle dökümhanesinin
yillik ortalama kapasitesi 20-24 bin aded arasinda degisiyordu. Bu
mermilerin en küçükleri 320 gram agirliginda idi. Bunlar, "Sahî"
denilen toplarin gülleleri idi. Sahîler, katir sirtinda tasinabilen ve
yalniz iki topçu eri tarafindan kullanilabilen küçük, pratik, atesi
seri ve müessir toplardi. "înce Donanma"yi meydana getiren nehir
gemilerinde de bunlar kullanilirdi. Kale muhasaralarinda surlari yikmak
için kullanilan toplar daha büyüktü. Bu toplarin gülleleri 70 kg.
agirliginda idi. Top mermisi döken madenlerde dökücü ustalari ve
yeterince isçi vardi Dökücüler, Istanbul'daki Tophaneden
gönderilirlerdi.







Osmanlilar,
sadece madenî degil, tas gülle de kullanmislardi. Bu gülleleri demir
olanlardan ayirmak için "Tas gülle" tabirini kullaniyorlardi.







Topçu
ocaginin en büyük zâbitine (subayina) "Sertopî" veya "Topçubasi"
denirdi. Bundan baska Dökümcübasi, Ocak kethüdasi ve çavusu gibi yüksek
rütbeli subaylari ile "Çorbaci" veya "Bölükbasi", Dökücü halifeleri"
gibi subaylari ile Ocak katibi vardi.







Tophanede
sivil memurlar da istihdam ediliyordu. Bunlar, Tophane Nâzin ile
Tophane Emini idi. Tophane Emini, tophaneye alinan ve sarf edilen
esyanin defterini tutar ve her sene hesabini verirdi. Tophane levazimi,
bunun eli ile tedarik edildiginden vazifesi çok önemli idi. Bütün
bunlardan anlasildigina göre Topçubasi, Dökümcübasi, Tophane naziri,
top dökümcüleri kethüdasi, Tophane emini ve Topçu çavusu Tophane
ocaginin yüksek rütbeli subaylarindandi.







Topçular,
sayica "Cebeciler"e yakin idiler. XVI. asirda ocagin mevcudu 1204 nefer
iken, XVII. asirda bu sayi 2026'ya kadar yükselmistir. Onyedinci asrin
sonlarinda muharebelerin devami yüzünden sayilari 5084'e kadar
çikmistir.







Oldukça islah
edilmesine ragmen Sultan III. Selim'in tahttan indirilmesi (hal')
esnasinda Kabakçi Mustafa'ya iltihak eden Topçu ocagi, isyana istirak
etmisti. Halbuki Sultan Selim, bu ocagin, zamanin sartlarina göre islâh
edilmesine ehemmiyet vermis, derece ve itibarlarini artirmisti. Vak'a-i
hayriye esnasinda topçular, devlete sadik kalarak Humbaraci ve Lagimci
ocaklari ile birlikte "Sancag-i Serif altina gelmislerdi. Yeniçeri
ocaginin ilgasindan sonra Topçu ocagi yeni sekle göre tertip edilmisti.







Topçu
ocagi ile çok yakindan ilgisi bulunan bir ocak daha vardir ki, bu da
"Top Arabacilari Ocagi"dir. Osmanlilarin ilk dönemlerinde kullanilan
toplar, deve, katir ve beygirlerle naklolunan küçük ve hafif toplardi.
XV. asirdan sonra topçulugun büyük ölçüde gelismesi üzerine ve büyük
toplarin dökülmesinden sonra, yenilik yapan Osmanlilar, bunlari araba
ile savasa götürmeye basladilar. Demek oluyor ki bu ocak, toplarin daha
ziyade tekemmül ederek arabalarla tasinmasindan sonra dogmustur.
Arabacibasi adinda bir subayin komutasinda bulunan bu ocak da çesitli
ortalara ayrilmisti.







HUMBARACI OCAGI






Farsça
asilli bir kelime olan humbara, içine patlayici maddeler doldurulmak
suretiyle demirden yapilmis bulunan mermi demektir. Humbaraci da bu
mermiyi havan topu ile kullanan topçu (havan topçusu) demektir.
Humbaranin el ile atilani (el bombasi) oldugu gibi havan topu ile
atilani da vardir. Ayrica tas da atilabilirdi.







Daha
çok kale kusatmalarinda ve görülmesi mümkün olmayan hedeflere karsi
kullanilan havanlar sayesinde Müslüman Türkler, dikkate deger basarilar
saglamislardi. Topçular gibi Kapikulu ocagina mensub bulunan humbaraci
ortalarinin XVXVI. asirlar arasinda ihdas edildigi tahmin edilmektedir.
Humbaracibasi adi verilen bir subayin komutasinda bulunan bu ocak
mensuplari, baslangiçta biri topçulara, digeri cebecilere bagli olmak
üzere iki kisimdan ibaretti. Bu ocagin esas kisminin Kapikulu gibi
maasli degil, timarli oldugu bilinmektedir. Nitekim 1126 yili Safer
ayinin sonlarinda Humbaracibasi tarafindan Payitahta gönderilen bir
arizadan, Hotin Kalesi muhafazasinda bulunan timarli humbaraci
neferatinin bulundugu anlasilmaktadir. Buna göre humbaracilari topcu,
cebeci, ve timarli olmak üzere üç kisma ayirabiliriz.







Bulunmasi
gereken birçok vesikada isimleri zikredilmeyen humbaracilarin müstakil
bir ocak haline gelmesi XVII. asirdan sonra olmalidir. XVIII. yüzyil
baslarinda büsbütün ihmale ugrayan humbaracilik mesleginin, günün
sartlan ve Avrupa'daki gelismesi de göz önüne alinarak yeniden tesisi
düsünüldü. Bir müddet Avusturya'da kaldiktan sonra Osmanli ülkesine
iltica edip Müslüman olan Fransiz asilzâdesi Copmte de Bonneval (Ahmet
Pasa), Birinci Mahmud devrinde Mirimirân rütbesi ile
humbaracibasiligina tayin edildi. Humbaraci ocagi, "fenn-i humbara ve
sanayi-i atesbazîde maharet-i tammesi" olan bu zat tarafindan
Avrupa'daki usûl ve sistemlere uygun bir sekilde teskilatlandirilmaya
tabi tutuldu. Ahmed Pasa'nin bu konudaki çabalari sonucunda Bosna'dan
301 nefer alinarak her 100 kisi bir "oda" teskil etmek üzere bir ocak
vücuda getiriliyor, her bölüge bir yüzbasi, iki ellibasi, on onbasi,
tabib, cerrah ve yazicilar tayin olunduktan ve ulûfeler tesbit
edildikten sonra teskilât, humbaracibasinin emri ve sadrazamin nezareti
altina aliniyordu. Siki bir talim ve egitim ile yetisecek olan
humbaracilardan tahsillerini bitirip olgun bir hale gelenler, Vidin,
Nis, Hotin, Azak ve Bosna"nin serhad kalelerine "Humbaracibasi" olarak
tayin edileceklerdi.







Fabrika ve
kislalari Üsküdar'da bulunan humbaracilarin, devlet askerî teskilâti
bakimindan önemli bir yeri bulunduklari anlasilmaktadir. Yeniçeriligin
ilgasi esnasinda meydana gelen olaylarda, devletin yaninda yer almis
olan Humbaraci Ocagi, Asakir-i Mansûre ordusu içinde topçulara
baglanarak ayri bir ocak olmaktan çikmis oldu.







LAGIMCI OCAGI






Kusatma
altindaki surlarinin altindan tünel (lagim) kazmak suretiyle yikan veya
düsmanin açtigi tünelleri kapatan bir ocaktir. Osmanli ordusunda
mühendislik bilgisine dayali olan bu ocak, XVII. asrin ortalarindan
itibaren bozulmaya yüz tutmustu. Biri, Cebecibasinin komutasinda ve
maasli, digeri de Lagimcibasi denilen komutanin emri altinda ve timarli
olan iki kisma ayriliyorlardi.







Yer
altinda yollar açarak fitil ve barutla kale bedenlerini yikan veya
lagim açarak berheva eden lagimcilik, Osmanli ordusunda çok
gelismisti.Gerçekten, günümüzün istihkâm sinifi diye
adlandirabilecegimiz bu ocak hakkinda su ifadeler kullanilmaktadir:
"XVIII. asra kadar Türk istihkamcisi, gerek teknik ve gerekse tabya
bakimindan dünyanin mukayese edilemeyecek kadar en üstün istihkâm
sinifi idi. Bunu, o dönemin bütün Avrupali yazarlari ve taninmis
generalleri teyid etmektedirler. Modem Avrupa istihkamciliginin
kurucusu da Türklerdir. Türk istihkâm teknigini ilk defa Fransizlar
ögrenmis ve XIV. Louis devrinde tatbik etmislerdir. Daha sonra bu
teknik bilgi, Avrupa ordulari tarafindan aynen iktibas edilmistir.
(Lavisse-Rambaud, VI, 96) Avrupa istihkamciliginin babasi sayilan
mühendis general Vauban, ilk defa Türkler'den ögrendigi tabya
teknigini, 1673 senesinde Hollanda'nin Maestricht kalesi kusatmasinda
kullanmis, basarili olmasi üzerine ayni asrin sonlarinda bu teknik,
bütün Avrupa'ya yayilmistir. Vauban, Türk istihkam tabyasini Kandiye'de
ögrenmisti."







Vazifesi, sadece
tünel açmakla bitmeyen bu ocak, hem ordunun hem de agirliklarinin
geçirilmesi için köprü yapmak ve gerekiyorsa mevcudlari tamir etmek
gibi vazifelerle de yükümlü idi. Kale muhasaralarinda bunlarin bilgi,
teknik ve faaliyetlerinden epey istifade edilmistir. Bu sayede zapti
kabil olmayan pek çok kale, bu ocak mensuplarinin açtiklari tüneller
sayesinde kolayca ele geçirilmisti. Nitekim Serdar-i Ekrem Köprülüzâde
Ahmed Pasa'nin 1078 (1667) senesindeki Kandiye kusatma ve fethinden
bahs edilirken lagimcilarin burada ne denli hizmet ve yararliliklar
gösterdigine temas edilir. Bu tarihten sonra da Osmanlilarin
lagimciligi yavas yavas gerilemeye baslamisti. Bu sebeple olsa gerek
ki, 1207 (1792) de "Nizam-i Cedid" denilen yeni bir sistemle dönemine
göre modern bir hale getirilmeye çalisildi. Bu maksatla ocak, biri
lagim baglamak, digeri köprü, tabya ve kale yapmak gibi mimarî bilgi
gerektiren iki kisma ayrildi.







KAPIKULU SÜVARISI






Osmanli
kapikulu ordusunu teskil eden ikinci sinif askerî güç, Kapikulu
süvarisidir. Osmanlilarin muvaffakiyetli hamlelerinde bu sinifin da
büyük bir hissesi vardir. Osmanli topraklan genisledikçe timarlar
çogaliyor, timarlar çogaldikça da timarli süvari (sipahi)nin sayisi da
artiyordu. Fakat bunlar, kendi timarlarinda ikamet ettiklerinden,
basarilari mahdud kiliyordu. Bu bakimdan daha kurulus yillarindan
itibaren devlet merkezinde, yeniçeriler gibi devamli ve maas alan bir
süvari birliginin bulundurulmasi ihtiyaci hissediliyordu. Bu sebeple
Sultan I. Murad döneminde, Rumeli Beylerbeyi olan Timurtas Pasa'nin
yardim ve tavsiyesiyle ilk adim atilmis oluyordu. Önce "Sipah" ve
"Silahdar" adi ile iki bölük olarak teskil edilen Kapikulu süvarisine
daha sonra "Sag Ulûfeci" ve "Sol Ulûfeci" (Ulûfeciyan-i yemin ve yesâr)
ile "Sag ve Sol Garipler" (Gureba-i yemin ve yesâr) ismi verilen dört
bölük daha ilave edilerek Kapikulu süvari ocagi alti bölüge
yükseltilmis oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



Askeri Teskilat Empty
MesajKonu: Geri: Askeri Teskilat   Askeri Teskilat I_icon_minitimePtsi Mart 30, 2009 9:15 am

Kapikulu
süvari sinifini meydana getiren efrad da devsirme çocuklari ile
harplerde esir alinan çocuklardan meydana geliyordu. Bunlar da
yeniçeriler gibi hükümdarin sahsina mahsus olan atli kuvvetler idi.
Bunlardan vücutça uygun ve kabiliyetli olanlar, Istanbul, Edirne ve
Gelibolu saraylarinda terbiye olunduktan sonra yedi senede bir "Bölüge
çikmak" tabir edilen bölüklere verme islemi yapilirdi. Derece ve maas
itibariyle yeniçerilerden daha yüksek olmalarina ragmen, idare
üzerindeki nüfuzlari ve harplerdeki önemleri itibariyla onlar kadar
ilerde degillerdi.







Kapikulu
süvari birliklerinden ilk ikisine "Bas", öbür ikisine "Orta", son
ikisine de "Asagi bölükler" adi verilmisti. Bunlardan sipah bölügüne
"Kirmizi bayrak", silahtar bölügüne "San bayrak", orta ve asagi
bölükler için de Alaca bayrak" tabiri kullanilirdi.







Kapikulu
süvarileri, hükümdarla birlikte sefere gittikleri zaman onun sag ve
solunda yürürlerdi. Sipah sagda, silahtar da solda bulunurdu. Sipahin
saginda sag ulûfeciler, silahtarlarin solunda da sol ulûfeceler
yürürlerdi. Bunlarin sag ve solunda da sag ve sol garipler yürüyorlardi.







Sipah
ve silahtarlar, muharebe meydaninda padisahin çadirini (Otag-i
hümâyun), ulûfeciler gerek muharebe esnasinda, gerekse konaklama
yerlerinde saltanat sancaklarini, garipler ise ordu agirliklari ile
hazineyi muhafaza ederlerdi.







Adi
geçen "Alti Bölük" efradi, hayvan besledikleri için devlet merkezinden
fazla uzak olmayan ve mer'asi bol yerlerde ikamet ediyorlardi. Bu
yüzden bunlardan bir kismi Bursa ile Edirne, bir kismi da Istanbul ve
civarinda ikamet etmek zorunda idiler. Kanunî Sultan Süleyman
zamanindan baslamak üzere, bunlardan 300 kisi, sefer zamanlarinda
devlet merkezinde bir çesit yaverlik yapmak vazifesi ile
görevlendirilmislerdi. Mülazim adi verilen bu 300 kisi, baris
zamanlarinda mirî mukataalarin idaresi ile cizye cibâyeti (toplanmasi)
gibi islerle görevlendirilmislerdi.







Kapikulu
süvarilerini meydana getiren her bölügün âmiri olarak ayri ayri agalari
vardi. Bunlar, Sipah agasi, Silahtar agasi, Sag ulûfeciler agasi gibi
isimler aliyorlardi. Belge ve kanunnâmelerde bu isimler aynen
kullaniliyordu. Nitekim 18 Muharrem 973 (15 Agustos 1565) tarihli
Semendire ve Belgrad'a kadar yol üzerinde bulunan kadilara gönderilen
hükümde bu isimlerden ayni lafizlarla söz edilmesi bunun örneklerinden
biridir. Protokol bakimindan bunlarin en ileride olani Sipah agasi
oldugu gibi, bunun komutasinda bulunan bölük de en itibarli bölük idi.
Agalardan baska her bölügün bölükbasilari, kethüdalari, kethüda yeri,
katip ve kalfa isimlerini tasiyan bir komuta heyeti ile basçavus ve
çavus adlarinda küçük rütbeli zâbitleri vardi.







Kapikulu
süvarilerinin kullandiklari silahlar, genellikle o dönemde her kavim ve
millet tarafindan kullanilan silahlardi. Bunlarin orijinalligi,
silahlarin imal ve kullanilmasinda idi. Türk silahlarinin daha hafif,
yani tasinma ve kullanilmasinin kolay olmasi bir üstünlük sagliyordu.
Hafif silahlar grubuna giren bu silahlar, ok, yay, kalkan, harbe veya
mizrak ile bele takilan balta, pala veya hançerle atlarin eger kasina
asilmis olan gaddare denilen genis yüzlü kisa bir kiliç ve bozdogan
ismi verilen yuvarlak basli bir agaç topuzdu. Kapikulu süvarilerinin
bellerindeki ok keselerinde (sadak) oklari vardi. Muharebelerde, bu
silahlardan duruma göre uygun olanini kullanirlardi. Bu süvarilerin
üzerlerinde çelik zirhli gömlekler vardi. Kalkanlari ise elbise ve
basliklarinin renginde boyanmisti. Muharebelerde yanlarinda yedek
hayvanlari da bulunurdu.







Sultan
III. Murad döneminden önce hariçten bir kimsenin giremedigi bu ocaga,
adi geçen hükümdar zamaninda, disardan iltihaklar basladi. Ocak
teskilâti bozulduktan sonra "veledes" denilen süvari ogullari da ocaga
alinmaya baslamisti. Kanunî Sultan Süleyman zamaninda sayilan yedi bin
kisi civarinda iken, hariçten ocaga girenler yüzünden bu sayi yirmi
bini bulmustu. Bilahere Kaptan-i Derya Kara Murad Pasa'nin, ocaklari,
Ibsir Pasa aleyhine kiskirtmasi sonucunda süvari mevcudu, ocaktan tard
edilmis olanlari da tekrar almak suretiyle elli bine ulasmisti XVII.
asrin ortalarinda, vezir olarak Osmanli Devleti'ne hizmet etmis bir
aile olan Köprülüler iktidara geçince, devletin inhitatini uzunca bir
süre yavaslatmaya ve hatta durdurmaya basladiklari gibi bazi islahat
hareketlerinde de bulunmaya tesebbüs etmislerdi. Iste bu dönemde,
süvari bölüklerinde yapilan tenkisatla sayilan on bes bin civarina
indirilebilmisti. Bunlarin, yaptiklari bazi isyanlari da bastirilinca
takibata ugradilar. Bunun üzerine önemleri kalmayan bir sinif haline
geldiler. Zaman zaman zorbaliklar yapan ve isyan eden bu askerî
birliklerin, Dördüncü Murad ile Köprülü Mehmed Pasa'dan yedikleri iki
büyük darbe, bunlari önemsiz bir hale getirmisti. Hezarfen Hüseyin
Efendi, bunlarin, bu dönemdeki sayilarini su rakamlarla bize
aktarmaktadir. Ona göre Sipah bölügü 7203, Silahtar bölügü 6254,
Ülûfeciyan-i yemin 488, Ulûfeciyan-i yesâr 488, Gureba-i yemin 410,
Gruba-i yesâr 312 olmak üzere toplam 15155 kisiye kadar yükselmektedir.







XVIII.
asirdan itibaren sayi ve güçleri giderek zayiflayan Kapikulu süvarisi
de "Vak'a-i Hayriye" diye adlandirilan ve yeniçeriligin ortadan
kalkmasiyla sonuçlanan olayda lagv edildiler. Yeniçerilerin bu
siralardaki serkeslik ve isyanlarina katilmayan bu ocak mensuplarindan,
isteyenlerin yeni kurulan modem süvaride vazife almalarina müsaade
edilmisti.







EYÂLET ASKERLERI






Osmanli
kara ordusunun ikinci kismini meydana getiren, devletin büyümesinde,
gelismesinde ve sinirlarini genisletmesinde önemli derecede rolü
bulunan askerî kuvvet, eyalet askerleridir. Bunlan : Yerli Kulu, Serhad
Kulu, ve Timarli Sipahiler olmak üzere 3 grup halinde ele alabiliriz.







YERLIKULU






Yerli
Kulu piyadesi, eyalet pasalari ile sancak beylerinin komuta ve
idaresinde bulunan, komutanlari da bunlar tarafindan tayin olunan
muntazam ve disiplinli bir askerî siniftir. Rikab-i Hümayûndaki askere
Kapikulu dendigi gibi, devlet merkezinin disinda bulunan bu askere de
Yerli Kulu denmekteydi. Hizmet gördükleri müddetçe maas alabilen bu
askerî sinifin iasesi, eyalet veya sancak beyi vasitasiyle veyahutta
devlet hazinesinden verilirdi. Bu sinifa dahil askerleri de gördükleri
hizmetlere göre: 1 Azepler, 2 Sekban ve tüfekçiler, 3 Icareliler, 4
Lagimcilar, 5 Müsellem'ler olmak üzere bes gruba ayirmak mümkündür.







AZEPLER






Yerlikulu
askerinin ilk sinifini meydana getiren azepler, harplerde büyük
hizmetler görüyorlardi. Ordunun ön saflarinda yer almalarindan dolayi
düsman taarruzuna en çok onlar maruz kaliyorlardi.







Kelime
olarak "bekâr" demek olan azep tabiri, Osmanli askerî teskilâtinda:
bekâr, güçlü ve kuvvetli olan gençlerden meydana getirilmis bir askerî
sinif için kullanilmaktaydi.







Klasik
Osmanli ordusunda azepler, Anadolu'daki Müslüman Türklerden kurulu
hafif piyade askerî birligidir. Bununla beraber yine ayni adi tasiyan
ve 1450'den sonra Fâtih Sultan Mehmed tarafindan teskil olunan kale
azepleri de vardir.







Osmanlilarin
ilk dönemlerinden itibaren XVI. asrin yarisina kadar meydana gelen
harplerde hafif okçu kuvvetlerine ihtiyaç vardi. Bu bakimdan, harp
esnasinda ne kadar azebe ihtiyaç varsa tesbit edilirdi. Tesbit edilen
miktar, sancaklara taksim edilirdi. Böylece ihtiyaca göre 20 veya 30
hâne (ev)den bir azep istenirdi. Istenilen azebin bekâr, güçlü ve
kuvvetli olmasi lazimdi. Sancaga bagli kazalardan seçilen her azebin
ücret ve masrafi onu seçen yere ait olup bu, XV. asrin sonu ile XVI.
asirda her azeb için 300 akça tutmakta idi. Her azebin, askerden
kaçmamasi için bir kefili vardi. Kaçtigi takdirde masraf bu kefilinden
alinirdi. Azeplere verilecek para, azeb alinan yer ile halkinin
servetine göre tahsil edilirdi. Sefer hazirligi esnasinda azeplerin
toplanmasina "Azep çagirtmak" denirdi. Bunlarin maaslari olmadigindan
harp zamanlarinda bütün vergilerden muaf sayilirlardi.







Ok,
yay ve pala gibi hafif silahlarla donatilmis olan azepler, ordunun ön
saflarinda bulunduklarindan ilk olarak onlar düsman hücumuna maruz
kalirlardi. Bunlarin gerisinde toplar, onlarin arkasinda da yeniçeriler
yer alirdi. Savas basladigi zaman azepler saga sola açilmak suretiyle
topçunun rahat ates etmesine imkan saglarlardi.







Bahsimize
konu teskil eden ve iki asirdan fazla büyük hizmetler ifa eden hafif
piyade azepleri, XVI. asir ortalarinda, Kanunî Sultan Süleyman
saltanatinin sonlarina dogru ilga edildiler. Kale azepleri ise 1826
senesine kadar hizmetlerine devam ettiler.







SEKBAN VE TÜFEKÇILER






Yerlikulu
piyadelerinden olan sekbanlar, askere ihtiyaç hasil oldugu zaman,
gönüllü olarak toplanan köy halkindan olduklari için, diger birlikler
gibi saglam bir askerî egitime sahip degillerdi. "Salyâne"den kurtulmak
için zaman zaman Hiristiyanlar bile bu birlige istirak edebiliyorlardi.
Bunlar, bulunduklari bölgenin pasasindan baskasini tanimazlardi. Hizmet
gördükleri müddetçe ulûfe alirlardi. Sekbanlar, "Bayrak" ismi ile
siniflara ayrilirlardi. Sekban bölükbasisi ve Bayraktar adinda
subaylari vardi. Bunlar, silah olarak kiliç kullanirlardi.







Zamanla
sekbanlarin önemleri azalinca bunlarin yerini "Tüfekçi" adi ile yeni
bir piyade sinifi aldi. Her elli-altmis tüfekçi bir bayrak kabul
edilerek, "Gönüllü zabiti" adi verilen bir subayin komutasi altinda
bulunurdu. Her sancak veya eyaletteki tüfekçi bayraklari, "Tüfekçi
basi" adi verilen bir subayin komutasina verilirdi. Önemli eyaletlerden
üçer veya beser tüfekçi basi varsa, bunlardan biri bas seçilerek adina
"Serçesme" denirdi.







ICÂRELILER






Hudud
boylarinda bulunan sehir ve kalelerde istihdam edilen yerli topçulardan
meydana getirilen bir siniftir. Ücretle vazife gördüklerinden dolayi
kendilerine bu isim verilmistir. Komutanlari, topçulugu iyi bilen ve
"Topçu agasi" adi verilen bir kimsedir. Topçu agasi, eyalet pasalarinin
komutasinda bulunmak üzere payitahttan gönderilirdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



Askeri Teskilat Empty
MesajKonu: Geri: Askeri Teskilat   Askeri Teskilat I_icon_minitimePtsi Mart 30, 2009 9:15 am

LAGIMCILAR






Yerlikulu
askerinin bir bölümünü teskil eden bu sinif, hududa yakin bulunan
önemli bazi kalelerin aniden muhasara edilmesi düsünülerek kurulmus bir
siniftir. Ayrica düsman tarafindan kazilacak hendek ve tünellere
mukabil hendek ve tünel kazmak suretiyle harbi kazanmak gayesi
güdülmüstü. Kapikulu ocaklarindan olan Lagimcilarla ayni vazifeyi
görmelerine ragmen bunlarin durumlari daha farkli idi. Zira bunlar,
baris zamanlarinda da bagli bulunduklari kalelerde bulunuyor ve
genellikle Hiristiyan tebeadan meydana getiriliyorlardi. Bunlar, devlet
merkezinden gönderilen ve "Lagimcibasi" denilen bir subayin komutasina
verilmislerdi.







MÜSELLEMLER






Osmanli
Devleti'nde, pek çok görevi yerine getiren müsellemler, harp
zamanlarinda ordunun geçecegi yollan temizlemek, köprüleri tamir etmek
ve yol açmak gibi hizmetlerle de mükellef idiler: Buna karsilik baris
zamanlarinda bütün vergilerden muaf sayiliyorlardi. Zaten bu ismi bu
yüzden almislardi. Rumeli'de genellikle Hiristiyan tebeadan olan
müsellemlere karsilik, Anadolu'da Müslüman tebea istihdam olunurdu.
Bunlara "Yörük" ismi verilirdi.







SERHAD KULU






Osmanli
kara ordusunun, önemli bir bölümünü meydana getiren eyâlet askerlerinin
bu ikinci sinifi olan Serhad kulu da, hizmet ve durumlarina göre ayri
kategorilerde mutalaa edilmistir. Bu sinif: Akincilar, Deliler,
Gönüllüler ve Besliler olmak üzere daha küçük birliklere ayrilmislardir.







AKINCILAR






Serhad
kulu grubunun en önemli birligini akincilar teskil ederdi. Müslüman
Türklerden meydana getirilen hafif süvari kuvvetlerine verilen bu isim,
500 sene sonra Avrupa'da "komando" olarak ortaya çikacaktir.







Serhad
denilen hudud boylarinda bulunan akincilar, fevkalade disiplinli bir
teskilâta sahiptiler. Bunlar, atlarla düsman içlerine kadar sokulur,
gerek bizzat gördükleri, gerekse düsmandan elde edilen esirler
vâsitasiyla ögrendikleri bilgileri degerlendirerek önemli bir
istihbarat agi kurmuslardi. Öncü kuvvetler olduklari için, ordunun
kesif hizmetlerini görüyorlardi. Bundan baska onlar, düsman
topraklarindaki araziyi tedkik ederek orduya yol açiyorlardi. Çok seri
hareket ettikleri için, düsmanin pusu kurmasina imkan vermiyorlardi.
Ayrica ordunun geçecegi yerlerdeki mahsûlü korumak suretiyle ekonomik
bir fayda da sagliyorlardi. Akincilar, esir almak suretiyle bölgede
bulunan nehirlerin geçit yerlerini de ögreniyordu. Bunun içindir ki
akincilar, esas ordudan dört bes gün daha ileride bulunurlardi.
Günümüzün motorize birlikleri gibi pek seri ve sür'atli hareket
ettikleri için, düsmana karsi dehset saçar ve onlarin maneviyati
üzerinde çok etkin psikolojik tesirde bulunurlardi.







Islâmî
suurdan kaynaklanan bir ruha sahip olan akincilarin, ordunun basarisi
için yaptiklari akinlarda, pekçok esir aldiklari bir gerçektir. Akinci
anlayisina göre savasmak (cihad yapmak) hem dinî hem de millî bir
vazifedir.







Hafif süvari
birlikleri olduklarindan, düsman kale ve ordusu üzerine varmayan
akincilar, ordu için yollan açiyorlardi. Bu yollarin birkaç yönden
açilmasi gerekiyordu. Ordunun hedefi olan ülke, hem maddî hem de manevî
bir sekilde yipratilmali idi. Düsmanin, maddî güç kaynaklari yok
edilmeli, ekonomisi ile ordusu hirpalanmali idi. Halka korku salip
onlarin manevî güçlerini kirmak gerekiyordu. Elde edilmesi mümkün olan
her türlü gizli bilgi elde edilmeliydi. Akincilarin açtiklari bu yol ve
verdikleri hizmetten sonra, Padisah veya Serdar-i Ekrem asil ordu ile
gelip harp ederlerdi.







Akincilar
içinde devsirme yoktur. Bu sinifa, Arnavut ve Bosnak gibi, Osmanlilar
vasitasiyle Müslüman olanlar da alinmazdi. Akinci olabilmek için
Osmanli Türkü olmak gerekiyordu. akinci beylerinin çogu, Osman Gazi'nin
arkadaslari olan maruf komutanlarin çocuklaridir. Akinci beyleri,
istediklerini ocaga alir, istemediklerini de almazlardi. Bu konuda
Divan anlari tamamiyla serbest birakmisti. Bu yüzden Divan, onlarin bu
tasarruflarina karismazdi. Akinci ocagi beyleri, genis bir yetkiye
sahip ve dogrudan dogruya padisahtan emir alan kimselerdi.







Büyük
bir kismi, Avrupa ve Balkan halklarinin dillerini çok iyi biliyordu. Bu
sebeple sinirlarin ötesinde kendilerine bagli birçok ajanlari vardi. Bu
ajanlar sayesinde akincilar, Orta Avrupa ve ötesi hakkinda günlük
bilgileri elde edebiliyorlardi. Bu sekilde hareket etmek, onlar için
bir zorunluluktu. Aksi takdirde girisecekleri akin bir felaketle
sonuçlanabilirdi.







Her biri ayri
bir komutana bagli bulunan akinci birlikleri, ayri ayri yerlerde ikamet
ediyorlardi. On kisilik akinci birliginin komutanina onbasi, yüz
kisilik birlik komutanina yüzbasi, bin kisilik birligin komutanina da
binbasi deniyordu. Bütün bunlarin üstünde de "Akinci beyi" denilen
akinci komutani vardi ki, buna akinci sancakbeyi denirdi.







Düsman
ülkesine yapilan bir akinin, akin adim alabilmesi için o taarruzun
akinci komutanlarinin emrinde olmasi lazimdi. Akinci komutani kendisi
sefere istirak etmez, gönderdigi birlik te 100 veya daha fazla kisiden
meydana geliyorsa buna "Haramîlik", 100 kisiden daha az ise buna da
"Çete" denirdi. Hazar zamaninda (harb olmadigi zaman) akincilar, kendi
is ve talimleri ile mesgul olurlardi. Düsman ülkesine yapilan akinlar,
gelisigüzel degil, bir plan ve program dahilinde olurdu.







Rumeli'de
ayri ayri ocaklar halinde bulunan akincilar, komutanlarinin isimleri
ile anilirlardi. Osmanlilar'in ilk fetihleri zamaninda Evrenos Bey
akincilari vardi. Daha sonra Mihalogullari, Turhan ve Malkoç Bey
akincilari meydana çikti. XVI. asir sonlarina kadar söhretlerini
muhafaza eden akincilar, Osmanli fetihlerinde önemli rol oynamislardi.
Genelde Akincilar, Rumeli sinir boylarinda kullanilmakla birlikte zaman
zaman Anadolunun dogusunda da istihdam edilmislerdir.







Savaslarda
basarili olan akincilara dirlik tahsis edilince timarli akincilar
ortaya çikti. Böylece akincilar, timarli ve vergiden muaf olanlar diye
iki gruba ayrilmis oldular. XVII. asir baslarindan itibaren vergiden
muaf olanlar, bazi kadilar tarafindan vergi vermeye zorlanmis
görünmektedirler. Merkezden gönderilen emirlerle kadilarin bu neviden
davranislarindan vaz geçmeleri istenmektedir. Nitekim 1014 (1605)
senesine ait bir hükümde söyle denilmektedir:







"Akinci
taifesinin sakin olduklari yerin kadilarina hüküm ki, kadimu'l-eyyamdan
olan sefer-i hümayunuma eser akinci taifesi sefere estikleri (sene)
umûmen avanz-i divâniye ve tekâlif-i örfiyeden muaf ve müsellem olmak
babinda emr-i serifim vârid olmus iken, haliya taife-i mezbureye kudat
tarafindan tekâlif çektirilmekle, sefere ihraç olunmak lazim geldikte
taife-i mezbûre sair reaya gibi hem tekâlif çekeriz ve hem sefere
teklif idersiz deyü sefere gitmekte taallul ettikleri ilam olundu. Imdi
taife-i mezbûre memur olduklari sefere gelüp hizmet ettiklerinden sonra
tekâlif ile rencide olunmamak ferman olunmustur."







Akincilarin
silahlan, bir zirhli gögüslük ve yaka ile mizrak, kalkan ve atlarinin
egerine takili basi topuzlu bir bozdogandi. Akincilarin tamami zirh
kullanmazdi. Bunlarin yiyecekleri ve kaplari da kendileri gibi hafifti.
Atlarinin egerine asili birer küçük kushâne ile yemek islerini
görürlerdi. Çogu zaman bu tencerede pirinç, kavurma veya koyun
pastirmasini pisirirlerdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



Askeri Teskilat Empty
MesajKonu: Geri: Askeri Teskilat   Askeri Teskilat I_icon_minitimePtsi Mart 30, 2009 9:16 am

XVI.
asir sonlarina kadar Bati'da önemli hizmetlerde bulunan akincilarin
sayisi, zaman ve sartlara bagli olarak azalip çogaliyordu. Nitekim 1530
Budin ve 1532 Alman seferinde sadece Mihaloglu Mehmed Bey'in
komutasinda 50 binden fazla akinci vardi.







Eflak
Beyi Mihal'in isyanindaki harekâtta (1595), Vezir-i A'zam Sinan
Pasa'nin tedbirsiz hareketi sonucu adeta mahv olurcasina zayiat veren
akincilar, bundan sonra pek fazla is yapamadilar. Gerçi XVII. yüzyilin
ilk yarisi içinde cüz'î bir kuvvetle bazi muharebelerde görünmüslerse
de eski kuvvet ve kudretlerine ulasamadilar. Bundan sonra akincilarin
vazifesi, Tatar ve Kirim Hani kuvvetleri tarafindan görülür olmustu.
Varligini ismen de olsa uzun süre devam ettiren akincilik, 1826 yilinda
resmen ortadan kaldirilmisti.







DELILER






Serhad
kulu askerinin bir bölümünü de "Deliler" teskil ediyordu. Bunlarin
büyük bir kismi Türk'tü. Öncü birliklerden olan ve deli denilen bu
atlilar da akincilar gibi gözünü budaktan sakinmiyorlardi. Gerçekten bu
sinifa mensub olanlar, öyle bir cesarete sahip idiler ki, asir "delil"
demek olan bu tabir, cesaretlerinden dolayi halk arasinda "deli" olarak
meshur olmustu. Iri yan ve cesaretli kimselerden meydana gelen bu hafif
süvari birligi, ocaklarini Hz. Ömer'e kadar dayandirirlar. Fevkalade
cesaret, atilganlik ve korkunç kiyafetleri ile düsmana dehset veren
Deliler, hep galip gelirlerdi. Bu sinif askerî birligin parolasi
"yazilan gelir basa" seklinde idi. Böyle bir anlayis ve suura sahip
olduklari için hiç bir tehlikeden çekinmezlerdi.







Sancak
beyi veya beylerbeyi maiyetinde olan delilerde, akincilarin bütün
silahlan vardi. Bunlarin her ellialtmis kisisi "bayrak" adi ile bir
birlik meydana getiriyordu. Bu birliklerin birkaç tanesi "Delibasi"
adinda bir subayin komutasinda idi. Birkaç delibasinin askerleri de
"Alaybeyi" veya "Serçesme" denilen daha yüksek rütbeli bir subayin
komutasina havale edilmislerdi.


XVI.
asirlardan önce pek görülmeyen bu askerî birlik, Türklerden baska
Bosnak, Sirp ve Hirvat gibi Müslüman olmus cengaverlerden meydana
gelmisti. Bunlar, tamamiyle Rumeli halkindan olduklari için orada
bulunurlardi.







Baslarinda,
benekli sirtlan derisinden yapilmis ve üzerine kartal kanatlari
takilmis bir baslik bulunurdu. Salvarlari kurt veya ayi derisinden olup
tüyleri disarda idi. Bu kiyafetleri ile deliler, düsmana büyük bir
korku verirlerdi.







Devlette,
zaaf belirtilerinin görüldügü XVIII. asirdan itibaren bu askerî birlik
de önemini kayb etti. Yeniçerilerin ortadan kaldirilmasi ile bunlar da
lagv edildi.







Serhad kulu
askerini teskil eden "Gönüllü" ve "Besliler" diye iki ayri birlik daha
vardir. Hafif süvari birlikleri olan bu birlikler, zamanlarina göre
önemli hizmetler ifa etmislerdi. Bunlar, hududlardaki sehir ve
kasabalarin muhafazasina memur edilmislerdi. Bu birlikler, ulûfelerini
bulunduklari yerin maliyesinden aliyorlardi. Atli ve tüfekli olan
gönüllü sinifi sag ve sol gönüllüler diye ikiye ayriliyorlardi.
Besliler de sag ve sol besliler diye ayrildiklari gibi "Cemaat-i
besluyan-i evvel", "Besluyan-i sani", "Besluyan-i salis" ve "Besluyan-i
rabi" gibi isimler alirlardi.







TIMARLI SIPAHILER






Osmanli
eyâlet kuvvetlerinin en kalabalik ve önemli sinifini timarli sipahi
denilen atli birlikler meydana getiriyordu. Devletin büyüyüp
gelismesinde baslica rolü oynayan toprakli ve timarli süvari teskilâti,
daha önceki Müslüman Türk devletlerinde de vardi. Osmanlilar, bu
sistemi daha da gelistirmislerdi. Bu sayede Osmanlilar, bir taraftan
topragin islenmesini saglarken, öbür taraftan devletin atli ihtiyacini
gideriyorlardi. Bu mânâda kendilerine dirlik verilmis olan toprak
sahipleri, buna mukabil devletin muhafazasini üzerlerine almislardi.
Kurulus döneminden itibaren devam edegelen bu sistem, uzun müddet devam
etmisti. Böylece devletin asker ihtiyaci, kendilerine timar vermek
suretiyle halk tarafindan karsilaniyordu.







Dirlik
verilen timar sahibi, elindeki imkânlardan istifade ile "Cebelû" veya
"Cebelî" denilen bir askerî güç bulundurmak zorunda idi. Timarli
sipahilerin besleyecekleri asker (cebelû) sayisi, timarin gelirine göre
degisiyordu. Sefer esnasinda timar sahibi olan sipahi, cebelûleri ile
birlikte harbe istirak etmek zorunda idi. Aksi takdirde geri verilmemek
üzere timari elinden alinirdi. Mesru bir mazeretinden dolayi gelemeyen
veya beylerbeyinin emri ile güvenlik mülahazasiyla yerinde kalip sefere
istirak etmeyenler için böyle bir ceza uygulanmazdi. Atli olan bu
askerî sinif, binicilikte ve kiliç kullanmada son derece maharet sahibi
idi. Piyadelerin korunmasi bunlarin sayesinde mümkün oluyordu.







Cebelûler,
genellikle Anadolu gençlerinden teskil ediliyorlardi. Bununla beraber
bazan sipahinin para ile satin aldigi veya savaslarda esir etmis oldugu
kimselerden de olabilirdi. Cebelûnun bütün masrafi "sahib-i arz" da
denen timar sahibine aitti. Sipahi, kendi bölgesinde veya bagli
bulundugu sancak dahilinde oturmak zorunda idi.

Timarli
sipahiler her sancakta bir kisim bölüklere ayrilmislardi. Her bölügün
"Subasi" denilen çeribaslari ile bayraktar ve çavuslari vardi. Timarli
sipahilerden her on bölük (bin kisi) bir alaybeyinin komutasi altinda
bulunurdu. Alaybeyleri ise sipahileri ile birlikte bagli bulunduklari
sancakbeylerinin, onlar da eyalet valisi olan beylerbeyinin komutasi
altinda sefere giderlerdi. Timarli sipahilerin iyi atlari, kiliç,
kargi, kalkan ve oklari ile baslarinda migfer, üstlerinde de zirh
bulunurdu. Savas esnasinda ordunun sag ve solundaki kanatlari teskil
ederek hilal seklini almak suretiyle yandan gelecek saldirilara karsi
merkezi muhafaza ediyorlardi. Savasta ölen sipahinin çocuklari devlet
tarafindan himaye edilir ve çocuklarindan birine dört bin, ikincisine
üç bin akçalik timar baglanirdi.







Bilindigi
gibi mirî arazi rejiminin bir sonucu olarak ortaya çikan dirlik
sisteminde sipahî, topragin gerçek sahibi degildir. Bu sebeple o,
tasarruf hakkini elinde bulundurdugu araziyi herhangi bir sekilde
satamayacagi gibi varislerine miras da birakamazdi. O, devlet
tarafindan belli hizmetler karsiliginda kendisine verilen araziyi
kullanma (tasarruf) yetkisine sahiptir. Kanunnâmelerle belirlenen
kaidelerin disina çikamaz. Bu bakimdan, vazifesini kötüye kullandigi
veya timarinda çalisanlara (reâya) zulm ve teaddi ettigi kesin olarak
belirlenen sipahinin topragi elinden alinirdi. Kendisi ayrica cezaya da
çarptirilirdi. Bununla beraber sipahinin seferde ölmesi halinde timari
çocuklarina kalirdi. Nitekim daha Osman Gazi zamaninda, sipahi,
çocuklari ve timarla ilgili bazi kanunlarin yürürlüge girdigi
bilinmektedir. Asikpasazâde'nin ifadesine göre ölen dirlik sahibinin
timari, ogluna verilecektir. Sayet ölen kimsenin oglu küçük ve sefere
gidemeyecek yasta ise, o zaman onun yerine hizmetçileri sefere
gideceklerdir. Böyle bir uygulama, seferdeki sipahiye daha bir kuvvet
kazandiriyordu. Insan ruh dünyasinin karmasik isteklerinden biri de
kendinden sonra evlatlarina bir seyler birakma arzusudur. Binaenaleyh,
tam anlamiyla maliki olmasa bile öldükten sonra topraginin kendi
çocuklarina intikal edecegini bilen bir sipahi, sefer esnasinda cephe
gerisinden emin demekti. Bu da ona ayri bir güç veriyordu. Çünkü ölse
bile, devletin kendi çocuklarini koruyacagini biliyordu. Bu bilgi, ona
bir dinamizm veriyordu.







Kanunî
Sultan Süleyman'in son zamanlarina kadar Türk ordusunun en güçlü askeri
olan timarli sipahi, bilhassa XVI. yüzyilin sonlarindan itibaren bu
sinifin arasina da yabancilarin girmesiyle yavas yavas bozulmaya yüz
tutmustu. Bunlarin, disiplinli ve muntazam olmalari, Kapikulu ocaklari
ile bir denge sagliyordu. Timarlarin önemlerini kayb etmesi, timarlarin
muharib olmayan siniflara verilmesi ve bazi timar gelirlerinin
mukataa-i miriye adi ile hazineye aktarilmasi, bunlarin nüfuzlarinin
azalmasina sebep oldu. Keza, XVII. yüzyilin ortalarindan itibaren
hizmet bölüklerinin kaldirilmasi üzerine timarli süvariler, adeta yaya,
müsellem ve yörükler gibi top, cephane ve diger harp levazimatini, nakl
etmek, kalelere zahire götürmek, tamir islerinde hizmet görmek ve
benzer daha nice geri hizmetleri ile vazifelendirildiler. Bu uygulama,
teskilat için ikinci bir darbe oldu.







XVII.
asir baslarina kadar Anadolu ve Rumeli'deki timarli sipahîlerle,
bunlarin kanunen beraberlerinde harbe götürmeye mecbur olduklari
"Cebelû" sayisi 90 binden fazla iken bu miktar, sonralari üçte bire
inmisti. Timarli sipahi askerinin azalmasi sonucunda valiler,
kapilarinda besledikleri derme çatma levend, sarica, sekban gibi
kuvvetlerle bunlarin yerlerini doldurmaya çalistilar.



Kaynak: Osmanli tarihi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Askeri Teskilat
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Edebiyat - Tarih - Dini Konular - Biyografi :: Tarih :: Osmanlı Tarihi-
Buraya geçin: