Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» Edebiyatımızın zenginleşme süreci
Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:32 pm tarafından BeYzAdE_05

» SERVET-İ FÜNUN DEVRİ
Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:32 pm tarafından BeYzAdE_05

» Aşık-Tekke Edebiyatı
Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:31 pm tarafından BeYzAdE_05

» DİVAN SÖZCÜĞÜNÜN TANIM
Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:31 pm tarafından BeYzAdE_05

» Halk Edebiyatı...
Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:30 pm tarafından BeYzAdE_05

» Edebiyat Sözlüğü....
Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:30 pm tarafından BeYzAdE_05

» Fecr-i ati edebiyatı
Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» batılı anlamda türk tiyatrosu
Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» BATI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI (19. yy- )
Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» Ahmet Selçuk İlkan Bana Bunu Yapmayacaktın
Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 2:03 pm tarafından BeYzAdE_05

Tarıyıcı
 
 SYHKN İttifak
 SYHKN Ana Sayfa
 Üye Listesi
 Profil
 Arama
PR
Haber Siteleri

 

 Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ Empty
MesajKonu: Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ   Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ I_icon_minitimeC.tesi Mart 28, 2009 10:14 am

Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ


Muzaffer Taşyürek


“Akka’da durdurulmasaydım, bütün Doğu’yu ele geçirebilirdim!..”
Bu
söz, Fransızlar’ın ünlü başkomutanı ve tarihin en önemli
şahsiyetlerinden bir kabul edilen Napolyan’a ait. 1798 yılında Mısır’ın
işgaliyle başlayan Fransız istila programı başarıya ulaşsaydı, kim
bilir nerede nihayet bulacaktı. Başarıya ulaşsaydı diyoruz, çünkü
Napolyon’un Doğu hakimiyeti hayali küçük bir Osmanlı kasabası önünde
yok olup gitti. Bugün İsrail sınırları içinde bulunan Akka kasabası
önünde. Kasabayı savunan komutan yetmişlik bir ihtiyar: Cezzar Ahmed
Paşa. Ve Batılı tarihçilerin söz etmekten pek hoşlanmadığı bir hezimet.
Sahi, Napolyon’u bilmeyen yok. Ama Cezzar Ahmed Paşa ismini kaç kişi
biliyor?


“Ey Mısır halkı! Ben buraya sizin haklarınızı korumak ve o hakları
ihlâl edenleri cezalandırmak için geldim. Allah’a, onun Peygamberine ve
Kur’an’a olan saygım Memlûkler’inkinden fazladır. Biz tüm müslümanların
dostuyuz. Müslümanlara karşı savaş açılmasını isteyen Papa’yı
mahvetmedik mi? Yüzyıllar boyunca (Allah razı olsun) Padişah
Hazretleri’yle dost, onun düşmanlarıyla düşman olmadık mı? Herkes
padişahım çok yaşa diye bağırsın! Onun müttefiki olan Fransız ordusu da
çok yaşasın! Memlûkler’e lânet olsun! Halka mutluluk gelsin!”

Bu
sözler Napolyon imzasıyla Arapça yazılı olarak, Fransızların 21 Temmuz
1798’de Kahire’ye girmesinden sonra her köy ve kasaba duvarına asılan
bildirilerde yer alıyordu.


Sinsilik ve ikiyüzlüğün yeni bir örneği olan bildiride, güya Fransız
ordusu Memlûk Beyleri’nin nüfuzunu sona erdirmek maksadıyla gelmişti.
Fransızlar güya halis müslüman ve İslâm padişahının halis dostu idiler.
Güya Allah’ın evladı ve ortağı bulunmadığına inanıyarlardı.
Hristiyanlığın teslis akidesine ters düşen bu son ifade, müslümanların
dini hislerini istismar yolunda, ne derece yalana baş vurulduğunu
göstermekteydi.

Kimdi bu Fransızların iki yüzlü ve sinsi politikasının son mimarı Napolyon?
İhtiras ve Kurnazlık

Fransa’nın genç yaşta general olan bu ihtilalci subayı, aslen
İtalyan’dı. 24 yaşında yüzbaşılıktan generalliğe yükselmişti. 27
yaşında orgeneral rütbesiyle Alman ordularını yenince şöhreti dünyaya
yayıldı.


Avrupa’nın Sezar’dan sonra yetiştirdiği en büyük komutanı olarak kabul
edilen Napolyon, “dünya imparatorluğunu merkezi” dediği İstanbul’a
gelerek Osmanlı ordusunda görev almak istemiş, fakat bu arzusuna
kavuşamamıştı. Bu amaç için pasaportu bile hazırlanan Napolyon, kardeşi
Josef’e, “istersem hükümet beni Osmanlı’ya iyi bir maaş ve parlak bir
sefir rütbesiyle göndermeye hazır. Orada büyük Osmanlı’nın topçularını
düzenlemek benim görevim olabilir.” diye yazmıştı.

Bu
ilginin altında yatan, tabii ki öncelikle Fransız çıkarlarıydı. Akdeniz
ve Ortadoğu’da İngiltere ve Rusya’nın güçlenmesini önlemek, bilhassa
Mısır üzerinden Hindistan sularında stratejik üstünlüğünü artırmak
isteyen İngilizler’e engel olmak. Böylece Fransa’nın ekonomik, siyasi
ve askeri çıkarları korunacaktı.


Fransa’nın gözü Mısır’da idi. Fransız hükümetleri Ortadoğu’ya
hakimiyetin Mısır’da kurulacak bir koloni ile gerçekleşeceğinin
farkında olarak, uygun ortam kolluyorlardı. Osmanlı yönetiminde görülen
bozukluklar, idarenin Mısır halkını ve Memlûk beylerini küstürmeleri bu
fırsatı doğurmuş gibiydi.


Devrin padişahı III. Selim, Nizam-ı Cedid adında yeni bir ordu kurmakla
meşguldü. Bu yeni ordu Avrupa’dan getirilen askeri uzmanlara
kurduruluyordu. Padişah Avrupa’daki bazı yenilikleri ülkesine taşımak
istiyordu. Islahat Lâyihaları olarak anılan yenileşme raporları da
hazırlatmıştı. Fakat bu raporları hazırlayan devlet adamları toplumda
ve kurumlarda tam anlamıyla incelemeler yapmadan, toplumun ve devletin
gerçekleriyle örtüşmeyen raporlarla sadece göz boyuyorlardı. Osmanlı,
kendisini tarihe gömmek isteyen Batı’dan batılı reçeteler ithal ederek
sosyal ve toplumsal yaralarına çareler aramaya başlamıştı.

19
Mayıs 1798’de Tolon limanından ayrılan Fransız donanmasının hedefi son
derece gizli tutulmuştu. Osmanlı idaresi Fransız donanmasının bu ani
hareketi karşısında Mora, Girit ve Kıbrıs’ı tahkim etti. Mısır hiç akla
gelmeyen hedefti. Ne zaman ki 450 parçalık donanmayla 60 bin kişilik
Fransız ordusu İskenderiye önlerinde göründü, gerçek o vakit anlaşıldı.
Ama iş işten geçmişti.


Napolyon Mısır topraklarına ayak bastığında siyasi kurnazlığını
göstererek, Türkleri hedef almadan, İstanbul yönetimine kırgın ve hatta
kafa tutan Memlûk Beyleri’ne yöneldi. Böl-parçala-yut taktiği
uyguluyordu. Önce İskenderiye sonra Kahire’yi ele geçirdi. Kurduğu
sivil yönetim, iyi hükümetin bir örneğini oluşturuyordu. Mısır’da
yüzyıllardan beri bu kadar iyi yönetim görülmüş değildi. Savaşa rağmen,
sulama projelerine başlandı, yeni değirmenler, hastahaneler yapıldı,
piyasalarda durum düzeldi ve vergi toplanması iyileştirildi. İyi
niyetli bir padişahın İstanbul’dan yararlı görebileceği her reform,
Kahire Fatihi’nin imzasını taşıyan emirlerde uygulanıyordu.


Minareleri bayrak direği diye kullanma saygısızlığı dışında, Napolyon
dindar müslümanları memnun etmek için her türlü çabayı gösteriyordu.
Ulema’ya İslâm öğretilerine büyük saygı duyduğunu söyledi, kendisinin
de din değiştirmeğe istekli olabileceğini ima ediyordu. Fransızlar’ın
girdiği her köy ve kasabaya Arapça olarak özgürlüğe kavuşmanın ne kadar
önemli olduğunu vurgulayan bildiriler asılıyordu.

Maskenin Altındaki Yüz

İstanbul, Memlûk Beyleri’nin haddinin bildirilmesine memnun olmakla
beraber olayları kaygıyla izliyordu. Kafasına “Doğunun İmparatoru” olma
hedefini koymuş bu genç subayın ihtiraslarının önü kesilmeliydi.


Mısır harekatını başlattığında Piramitler’in önünde mağrur bir eda ile
askerine “Burada dörtbin yıllık tarih sizi seyrediyor.” diye hitap
eden, Avrupa’nın en büyük birleşik kuvvetlerini birkaç saatte bozan
kumandan Mısır’a ilk ayak bastığı günlerde izlediği hoşgörü
politikasını bırakarak asıl yüzünü ortaya çıkartıp, Gazze’ye oradan da
Filistin’e doğru ilerlemeye başladı. Yafa’yı ele geçiren Napolyon,
şehirdeki on bin kadar asker ve sivili kılıçtan geçirdi. Amacı bu
hareketiyle Filistin, Lübnan ve Suriye üzerinde tesir kan ve şiddetle
psikolojik bir tesir oluşturmak ve kısa zamanda bu topraklara hakim
olmaktı. Ama tam tersi bir durum doğdu. Akıttığı kan Napolyon’un
sağlamış olduğu kısa süreli olumlu izleri bir anda sildi.

Napolyon 19 martta, Filistin’in kuzeyinde çok stratejik bir konumu olan Akka Kalesi önüne geldi.

Napolyon’un Akka muhasarası 18 Mart Pazartesi günü başladı. Filistin’in
kuzeyinde küçük bir liman olan Akka, padişah tarafından vezirlik
rütbesi de verilmiş olan Cezzar Ahmed Paşa adlı yetmişlik bir komutan
tarafından müdafaa edilmektedir ve bu ihtiyar vezir, hayatının elli
yılından fazlasını savaş meydanlarında geçirmiştir.

Bir İhtiyarla Savaşmak

Mısır ve Filistin’i kolaylıkla zapteden Napolyon, Akka Kalesi’nin de
bir-iki gün içinde düşeceğini hayal etmiş ve Cezzar Ahmed Paşa’ya şu
mektubu yazmıştı:


“İşte kalenin duvarları önüne geldim. Bir ihtiyarın geri kalmış birkaç
günlük ömrünü almak bana birşey kazandırmaz. Seninle savaşmak
istemiyorum. Benimle dost ol ve kaleyi teslim et!..”

Cezzar Ahmed Paşa’nın bu mektuba verdiği cevap şudur:

“Hamdolsun gücümüz yetiyor ve elimiz silah tutuyor. Geri kalmış birkaç
günlük ömrümüzü de, küffar ile cenklerde geçiririz!”


Ünlü Fransız generali Paşa’nın bu cevabını okuyunca etrafındakilere:
“Anlaşıldı, bu ihtiyar bizim birkaç günümüzü heba edecek ama merak
etmeyin, iki gün sonra şehrin ortasındayız.” demiş ve bu hayal ile 19
mart günü savaş başlamıştır.


Napolyon’un Akka muhasarası tam altmışdört gün devam eder. Her gün
biraz daha artan baskı hiç bir netice vermez, Fransızlar’ın her hücumu
püskürtülür ve ağır kayıplar verdirilir.


Yenilmez ünvanı taşıyan Napolyon, kale müdafilerinin akıllara durgunluk
veren kahramanlığı karşısında şaşırıp kalmıştır. İki gün içinde şehrin
ortasında olacağı hayaliyle saldırıya girişen mağrur general, ummadığı
bu durum karşısında yeni bir arayışla yüksek rütbeli bir subayını
kaleye gönderir ve direnmenin netice vermeyeceğini, şehir teslim
edilirse Paşa’nın ordusu ve ağırlıklarıyla beraber istediği yere
gitmesine güya müsaade edeceğini bildirir. Ama Cezzar Ahmed Paşa’dan
aldığı cevap şudur:


“Devlet bizi bu kaleyi teslim etmek için vezir yapmadı. Ben Cezzar
Ahmed Paşa, şehitlik mertebesine ulaşmadan bir karış toprak vermem!..”


Paşa’nın bu cevabı Napolyon’u çileden çıkarır. Yaptığı yeni planlarla
topçularına gece-gündüz Akka Kalesi’ni dövdürür. Ne var ki, açılan
gediklerden şehre girebilenler Osmanlı süngüsü ile yok edilirler. Bu
müthiş hezimetle “kader beni bir ihtiyarın oyuncağı yaptı!” diye avaz
avaz haykıran yenilmez ünvanlı Napolyon, gece bile meşaleler ışığında
Akka’ya hücum eder. Cezzar Ahmed Paşa ise, askerlerinin başında bir
delikanlı gibi kılıç sallamakta ve saldırganlara göz açtırmamaktadır.


Akka kuşatmasında ordusunun yarısını kaybeden Napolyon, nihayet 21
Mayıs’ta geri çekilmeye karar verir ve ağırlıklarını kumlara gömüp,
Kahire’ye geri döner.

Hayalden Kabusa

Cezzar Ahmed Paşa’nın karşısında hayatının ilk yenilgisini yaşayan
Napolyon o acıyla Kahire’ye doğru çekilirken, işgal altında tuttuğu
Mısır’da da işler umduğu gibi gitmemektedir. Mısır halkının gösterdiği
infialle otoritesi sarsılmaya başlayınca, ağız değiştirerek gerçek
yüzünü orada da göstermeye başlamıştır. İlk geldiğinde Osmanlı
idaresine muhalif Memlûk Beyleri için söylediği sözleri Osmanlılar için
de söylemeye başlar ve halkı ayaklanmaya teşvik etmeye çalışır. Fakat
Mısır’ın perişanlığından Osmanlılar’ı sorumlu tutmaya çalışan bu
propagandalar için artık çok geçtir. Padişah’ın “kâfir vahşilere” karşı
ilan ettiği cihad fermanı etkisini gösterir. 21 Ekim günü Kahire’de
büyük bir isyan patlak verir ve ikibin Fransız askeri öldürülür.


Napolyon, 25 Temmuz 1799’de iki gemiyle gizlice Mısır’dan kaçarken,
ordusunu Mısır’da bırakmış bir başkomutan olarak ve hayatını en büyük
dersini Osmanlı’dan almış olarak acılar içindedir.

Tarih, Napolyon Bonapart’ın şu sözünü kaydediyor:
“Akka’da durdurulmasaydım, bütün Doğu’yu ele geçirebilirdim!..”

Napolyon bir daha Osmanlılar’a karşı savaşmadı. Padişah III. Selim ise
bu savaştan sonra Fransızlar’a karşı dirayetli politikalar geliştirmeye
çalıştı ise de, artık saraya kadar giren batıcılık hastalığı ile bu
siyasetini sürdüremedi. 1802’de Fransızlarla dostluk anlaşmaları
yenilendi. İşin daha da garibi, Napolyon yazdığı mektuplarla Osmanlı
politikalarında belirleyici olmaya çalıştı. Bir mektubunda özetle şöyle
diyordu:


“Büyük Osmanlı soyundan gelen, dünyanın en büyük imparatorluklarından
birinin başında bulunan siz, devleti şahsen yönetmiyor musunuz?
Ruslar’ın size emir vermesine nasıl izin veriyorsunuz? Kendi
çıkarlarınızı gözünüz görmüyor mu? Harekete geç ve seni destekleyenleri
harekete geçir Selim!.. ”


Osmanlı’nın kurtlar sofrası olan emperyalist politikalar karşısındaki
konumuna ışık tutan bu ilişkiler, Devlet-i Aliye’nin çöküşünün de
ipuçlarını vermiyor mu? Güçsüz ve ufuksuz politikalar, parlak zaferleri
arkasına alsa da sonuçta hezimetle noktalanıyor.

Dün böyleydi, bugün ondan farklı değil.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Fransıza Vurulan Tokat: AKKA ZAFERİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Edebiyat - Tarih - Dini Konular - Biyografi :: Tarih :: Osmanlı Tarihi-
Buraya geçin: