Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» Edebiyatımızın zenginleşme süreci
Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:32 pm tarafından BeYzAdE_05

» SERVET-İ FÜNUN DEVRİ
Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:32 pm tarafından BeYzAdE_05

» Aşık-Tekke Edebiyatı
Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:31 pm tarafından BeYzAdE_05

» DİVAN SÖZCÜĞÜNÜN TANIM
Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:31 pm tarafından BeYzAdE_05

» Halk Edebiyatı...
Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:30 pm tarafından BeYzAdE_05

» Edebiyat Sözlüğü....
Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:30 pm tarafından BeYzAdE_05

» Fecr-i ati edebiyatı
Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» batılı anlamda türk tiyatrosu
Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» BATI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI (19. yy- )
Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 4:29 pm tarafından BeYzAdE_05

» Ahmet Selçuk İlkan Bana Bunu Yapmayacaktın
Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimePerş. Nis. 02, 2009 2:03 pm tarafından BeYzAdE_05

Tarıyıcı
 
 SYHKN İttifak
 SYHKN Ana Sayfa
 Üye Listesi
 Profil
 Arama
PR
Haber Siteleri

 

 Sonun Başlangıcı : TANZİMAT

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



Sonun Başlangıcı : TANZİMAT Empty
MesajKonu: Sonun Başlangıcı : TANZİMAT   Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimeC.tesi Mart 28, 2009 10:11 am

Sonun Başlangıcı : TANZİMAT


Muzaffer Taşyürek


Tarihimizde dönüm noktası olarak kabul edilen olaylardan biri de
tanzimatın ilanıdır. Hem bir sonuç ve hem de sonrası için bir başlangıç
olan Tanzimat, bugünleri anlamada çok önemli ipuçları taşıyan bir
dönemdir. Milletlerin hayatında her dönemin öncesi ve sonrasıyla köklü
bağlantıları olduğu kabul ediliyorsa, Tanzimat Dönemi’ni anlamamız
gerekiyor. Bir cihan devletini tarihten silen hataları görmek için ve
aynı hatalara yeniden düşmemek için...


17. asrın Osmanlı bilginlerinden Kâtip Çelebi, “Takvîmü't Tevârih”
isimli eserinin sonunda şöyle der:


“Kişinin ihtiyarlığına alâmet, saç ve sakal ağarmasıdır. Devletin
kocadığına alâmet de, devleti yönetenlerin, saltanata ve süse
düşkünlüğüdür. Ki bu, açık bir çöküntü eseridir. Devletlerin hayatında,
duraklama devresinden sonra bu devre gelir. Refah, süs ve lükse rağbet
fevkalâde artar. Eski hayat tarzı beğenilmez, terk edilir. Herkes
şanını ve ününü artırmak hevesine düşer. Herkes her makama geçmeye
başlar. En yüksek makam ve ünvanlar, belli vasıflar aranmaksızın
dağıtılır. Zevk ve rahat, keyif ve konfor, vazgeçilmez örf ve adetler
haline gelir, tabii görünür. Asker zümresi, savaşın meşakkatlerine
rağbet etmeyip, sulh ve sükûn ister. Savaşmaktan başka her işle
uğraşır. Türlü mihnetler gerektiren memleket işlerine kimse el atmak
istemez. Savaştan el çeken asker, halk içinde gittikçe itibar kaybeder.
Düzen bozulur.”


Bir anlamda günümüzün fotoğrafını da kısmen gözler önüne seren bu
sözler, Osmanlı'nın “Duraklama Devri”nden küçük bir kesit. Cihan
Devleti'nin kurumlarında ve halkın yaşayışında görülen bazı
hastalıkların bir tarihçi yorumuyla dile getirilişi.

Kurtarıcılar ve Reçeteler

Onyedinci asır, Osmanlı “gaza devleti”nin Avrupa'yı, yani “Diyâr-ı
Küfr”ü, “Diyar-ı İslâm”a çevirme ideallerinin yavaş yavaş değiştiği ve
artık yer yer aksaklıkların görülmeye başlandığı bir dönemdir. Bilhassa
yöneticiler arasındaki siyasi çekişmeler ve iktidar kavgası, ekonominin
daralması, paranın değer kaybetmesi, rüşvetin yayılması, ehil
olmayanların rütbe kazanması ve bürokratların iktidardan pay kapmak
için askerleri isyana sürüklemeleri, ülkeyi içinden çıkılmaz badirelere
sürükler. Ortam öylesine güvensizleşmiştir ki, padişahlar devlet
işlerini emanet edecek ehil insanlar bulamazlar. Diğer taraftan
devşirme ve dönme bürokratlar kendi çıkarlarını halkın isteklerinden
üstün tutmaya başlamıştır. Öyle bir an gelir ki, II. Mahmud, halkla el
ele vererek kendi ordusu olan Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırma
durumunda kalır.


Kâtip Çelebi’den bir yüz yıl sonra Osmanlı Ülkesi’nde toplumsal
hastalıklar da gizlenemeyecek ölçüde artar. Ve başlayan çözülmeyle
birlikte “kurtarıcılar” da zuhur eder. Askerî, idarî, ticarî ve siyasî
alanlarda kötü gidişi durdurmak için “reçete”ler hazırlanmaya başlanır.

Bu
dönemde, Osmanlı bürokrasisi Avrupa'ya bir başka gözle bakmaya
başlamıştır. “Lale Devri” batılılaşma hareketlerinin dönüm noktasıdır.
Padişah Üçüncü Selim'in açtığı çığır, İkinci Mahmud ve Abdülmecid ile
hız kazanır. Ama bu çığır, ciddi çelişki ve tutarsızlıkları olan, bu
haliyle memleketi nereye götüreceği meçhul bir çığırdır. Avrupa'yı
örnek alanlar, iddialarının aksine, bilim ve teknik alanında değil,
kültür ve siyasette, eğlence ve sefahatta taklitten öte gidememektedir.
Avrupa'ya okumaya gönderilen öğrenciler, sömürgelerden zulümle elde
edilen servetler sayesinde zenginleşmiş kentleri görünce komplekse
kapılırlar. Kendi ülkelerinin içerisinde bulunduğu problemlerin gerçek
sebeplerine inmeden, cazibesine kapıldıkları “gardrop Avrupacılığı”nı
ülkelerine taşımaya kalkışırlar. Bürokrasiden kılık-kıyafete, eğitimden
eğlenceye bir dizi reformlar yapılır. Artık Osmanlı’nın simgesi sarığın
yerini fes, şalvarın yerini setre pantolon alır. Fransız mürebbiyeler
tutulur, alafranga hayat tarzı Osmanlı konaklarına girer. Tercüme
furyası başlar. Mekteplerde, basın dünyası ve edebiyatta Fransız modası
ağır basmaktadır.

Yaban Arısı Sürüleri

Diğer taraftan, bir takım mahfillerin desteğiyle sesini fazlasıyla
duyurabilen Batı hayranı bir yazar-çizer ve gazeteci kuşağı vardır.
Bunlar, geleneklerle alay eden tiyatro eserleri, kendi medeniyetiyle
hesaplaşma iddiasında makaleler, hikayeler ve romanlar yazmaya başlar.
Onlara göre yeryüzünde insanca yaşama zemini sağlayan tek medeniyet
Avrupa’nınkidir. Bizimkine gelince: bir an evvel terk edilmesi gereken
köhne bir mağara!..


Avrupa, Jöntürkler denilen bu gençler sayesinde büyük bir fırsat
yakalamıştır. Tarihî düşmanını kendi içinden vuracak elemanlar
yetiştirmek artık kolaydır. Jöntürkler’e her türlü imkan sağlanır.
Onları batılılaşma adına Avrupa'nın çıkarlarına hizmet edecek birer
nefer olarak yetiştirirler. Özellikle Fransa’da eğitilen ve çeşitli
Osmanlı düşmanı mahfillerce finanse edilen bu gençler, deneysel bilimin
dışındaki her şeyi reddeden birer pozitivizm aşığı olarak ülkeye
dönerler ve çıkardıkları dergi ve gazetelerle “gerici” diye
nitelendirdikleri kurumlarla mücadeleye başlarlar. Bir yabancı uzman şu
tarihi tespitlerle olayın vahametini ortaya koyuyor:

“Her
yeni reform Avrupa'dan alınıyordu. Avrupa, sanki seli önleyen bentlerin
yıkılmış olduğunu görüp, kendi pis tabakasını Osmanlı Devleti’ne
boşalttı. Ahlâksız ve sefihler, adalet kaçkınları ve pervasız
maceracılar, yaban arısı sürüleri gibi Osmanlı'nın çürük yapılı
vücudunu avlayıp yemek için üşüştüler. Türkiye Avrupa 'dan medeniyet
istemişti, Avrupa ise ona kötülüklerini gönderdi.”

Her Şeye Rağmen Batılılaşma: Tanzimat
Cemil
Meriç Tanzimat'ı, “uçuruma açılan tereddiler dehlizi”; Tanzimatçıları
da “gafil bir entelijansiya, sirenlerin şarkılarını dinleyerek diyar-ı
küfre yelken açanlar” diye tasvir eder. Şu tesbitler de ona aittir:

“Avrupa’da
okuyan, Tercüme Odası’nda yetişen, yeni bir dünyanın iğvalarına
herkesten çok maruz bulunan entelijansiya (aydınlar), halktan koptu.
Sonra başsız kalan kitle, ihtişamlı mazisinden uzaklaştırılmaya
çalışıldı.”

Bir batılı olarak B. Shaw’ın tesbiti de ilginç:
“Tanzimat,
eski kurumların korunması ve onarılmasına yönelik geleneksel Osmanlı
reform kavramı yerine, bu kurumların -bazıları Batı’dan ithal edilmek
üzere- yenileriyle değiştirilmesini öngören modern reform kavramını
getirdi.”

Peki başarı? Yıkılanların yerine konulanlar Osmanlı’yı kurtarmış mı? Cevabı başka bir Batılı, Henry Coston veriyor:
“Osmanlı
Devleti’nin devamı için ne olursa olsun Batı’ya bağlanma eğilimi olan
Tanzimat, devletin varlığını ve geleceğini Batı’nın ipoteğine koymakla
sonuçlanmış bir harekettir.”


Peki kimdi bu bir milletin ve bir dünya devletinin geleceğini
düşmanının ipoteğine koyan Tanzimatçılar? N. Fazıl’ın nitelemesiyle
“Ucuzcular. Doğu’yu kaybetmiş, Batı’yı bulamamış çeyrek aydınlar.”


"Her şeye rağmen Batılılaşma" projesi olan Tanzimat'ı bilmem ki
günümüzdeki "her şeye rağmen Avrupa Topluluğu" çalışmalarıyla
benzeştirebilir miyiz?

Müslümana Kim Merhamet Eder?

Tanzimatçılar, yeni bir Osmanlı milleti oluşturmak için yüzyılların
geleneği teba ve reaya (müslüman ve gayri müslim ahali) arasındaki
farkları kaldırırken, sadece hıristiyan Avrupa'nın gözüne girmeye
çalışmışlardı. Görünüşte günümüzün yaklaşımıyla çok demokratça olan bu
hareketleriyle, aslında müslüman ahaliyi gayri müslimlerin tasallutu
altına düşürmüşlerdi. Çünkü Batılı devletler ve çeşitli lobiler, gayri
müslimlerin haklarını koruma adına Devlet-i Aliyye’nin iç işlerine
müdahale etme cüret ve cesaretini böylece yakalamışlardı.


Hilmi Ziya Ülken'in dediği gibi, “Tanzimat, Batı milletlerinin
gerçekleştirdikleri hürriyet, eşitlik, demokrasi ideallerinin bir
cinsten (homojen) bir millet içinde gerçekleşmesinden çok, yabancı
müdahalesinden faydalanan ve ayrılmak isteyen azınlıkların işine
yarayan bir vasıta olarak kaldı. Devlet, Tanzimat ruhuna uygun olarak
azınlıkları yüksek hizmetlere getirdi. Onlardan tercümanlar, sefirler,
müşavirler hatta pek çok nazırlar (bakanlar) yetişti. Yani Avrupa
Tanzimat'la kaleyi içten fethetti. Şu hale bir bakar mısınız;
sadrazamın (başbakanın) sefaret müşaviri Agop Gircikyan'dı. Sahak Abru,
Babiâli (hükümet) tercüme kalemine getirilmişti. Ovakim Reisyan, Asya
adında Ermenice-Türkçe dergi çıkarırken, Sakızlı Ohennes Paşa Babiâli
tercüme odasında bürokrattı. Nafia nazırı Bedros Hallaçyan’dan sonra,
yerine Kirkor Sinopyan getirilmiş, Tomas Terziyan Mülkiye’de görev
yaparken, İsaac Amon Maarif Nezareti istatistik müdürlüğünü
yürütüyordu.”


Listeyi sayfalarca uzatmak mümkün. Bunlar başkent İstanbul’daki
bürokratlardı. Taşrada Anadolu ve Rumeli vilayetlerinde de durum bundan
farklı değildi. Eyalet meclislerinde bölgenin nüfus yapısına göre
seçilen meclis üyeleri, gayri müslimlerin yoğun olduğu bölgelerde
yönetimi müslümanlar aleyhine çalıştırıyorlardı. Ziya Paşa bu konudaki
şikayetlerini şöyle ifade eder: “Bir müslümanın güneş gibi hakkı zahir
olduğu halde, memurların ve eyalet zalimlerinin pençesine düşse halini
kime şikayet eder? Gayri müslim teba bir tokat yese hıristiyan Batı
ayağa kalkarken, mazlum bir müslümana kim merhamet eder? Hiç suçu
yokken senelerce mahkûm kalsa davacısı kim olur? Müsavat (eşitlik) buna
mı derler?”


Ahmed Cevdet Paşa, Tanzimat Fermanı’nın yayımlanmasından sonra halkın;
“babalarımızın ve dedelerimizin kanlarıyla kazanılmış olan mukaddes
haklarımızı bugün kaybettik. İslâm Milleti hakim millet iken, böyle bir
mukaddes haktan mahrum kaldı. Ehl-i İslâm’a bu, ağlayacak ve matem
tutacak gündür" diye feryat ettiğini yazar ama bu feryadı duyacak
kimseler yoktur.


Avrupalılar işe yarar Türk bürokratları mason localarına kaydetmişlerdi
ve onlardan daha değişik biçimlerde faydalanıyordu. Tarih nasıl da
tekerrür ediyor!.. Sanki dünü değil de bugünü yazıyoruz. Bugünün dış
işleri ve elçilikleri ile o günün Hâriciye nezareti ve Tercüme Odası...
Dışarıdan müdahalelerle devlet adamı tayinleri yapılarak Devlet-i
Âli’nin kurtulacağını sananlar dün ne kadar haklı idiyseler, bugünküler
de o kadar haklılar demektir.

Tanzimat Paşaları ya da Çöküşün Aktörleri

Mustafa Reşid Paşa... Tanzimat Fermanı’nın baş aktörü. Kimilerince
gelmiş-geçmiş en büyük başbakan. Büyük, Koca lakaplarıyla da anılıyor.
Devrin süper gücü emperyalist İngiltere'nin Osmanlı Devleti nezdindeki
temsilcisi Canning’in yakın dostu. Canning, Osmanlı’nın Hıristiyan
medeniyetine yaklaştırılması için gerekli reformların yapılmasını
sağlamakla görevli bir diplomat.


Canning, hatıralarında Reşid Paşa için şöyle yazar: “Bir devlet adamı,
Türkiye'de ayağını denk atmayı bilmeli idi. Yabancı bir diplomatla
münasebeti şüpheye yol açacağından, başka birinin evinde gizlice
buluşuyorduk. Bu görüşmelerin sonucu olarak hükümette değişmeler
yapıldı. Reşid Paşa'nın her vesileyle dost, güçlü bir yardımcı olduğuna
aklım yattı. Reform meselelerinin çoğunda kafa birliği ettik.”


Kafa birliği ettikleri nokta, Osmanlıyı tarihi kimliğinden soyutlayıp,
Batı’ya yamamaktı. Altı defa başbakanlığa gelmiş ve dışişlerini
Avrupa'ya angaje etmiş bu paşa, İngiltere'nin desteğini arkasına
almıştı. Osmanlı’yı ilk defa Avrupa'ya borçlandıran da bu adam. Dönemin
diğer hariciyecilerine gelince, onlar da batılı devletlerin
İstanbul'daki elçiliklerine dayanarak ve onlardan güç alarak işlerini
yürütüyorlardı. Bunun sebebi ise, çok masumane gözüken fakat o devir
için dehşetli bir gaflet örneği olan şu düşünce: Avrupalılar’ın
güvenini kazanarak, Osmanlı’nın Avrupa'dan atılmasının önüne geçmeye
çalışmak...


Tanzimat paşalarından Ali Paşa’nın padişaha hitaben yazdığı “Siyasî
Vasiyetname”si, basiretsizliğin en güzel örneklerindendir. Sömürgecilik
kavramının idrakine varamamış bu bürokratın düşüncelerini okurken,
bugünümüzü değerlendirmemizin de yararı var. Ali Paşa şöyle der:


“Avrupa ile aramızda daha sağlam bağlar yaratmalıydık. Onun maddi
çıkarları ile bizimkiler aynı olmalıydı. Ancak o zaman ülkenin
bütünlüğü siyasi hayal olmaktan çıkıp, bir gerçek olacaktı. Ülkenin
varlığının devamı ve savunması ile Avrupa devletlerini doğrudan doğruya
ve maddi yönden ilgilendirmemiz, devletin yenilenmesini ve
zenginlerinin gelişmesini bir zorunluluk olarak düşünecek ortaklara
sahip olmak demekti.


Sultanımıza, bu yabancı şirketlerin mallarımızı elimizden alacakları
söylenecektir. Bu konuşmaları dinlemeyiniz Efendimiz!.. Tersine
Efendimiz, bu şirketler güven ve koruma unsuru olacaktır. Ortaklarımız
olduklarına göre, çıkarları gereği haklarımızı, malımızı
koruyacaklardır. Uluslararası oldukları oranda iş yapma etkinlikleri de
artacaktır. Zengin evin kâhyası o evi yıkmak ister mi? Efendilerinin
yerine geçmek ister mi?”

Tatmin mi Teslim mi?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
BeYzAdE_05
Admin
BeYzAdE_05



Sonun Başlangıcı : TANZİMAT Empty
MesajKonu: Geri: Sonun Başlangıcı : TANZİMAT   Sonun Başlangıcı : TANZİMAT I_icon_minitimeC.tesi Mart 28, 2009 10:11 am

Sonun Başlangıcı : TANZİMAT


Muzaffer Taşyürek


Tarihimizde dönüm noktası olarak kabul edilen olaylardan biri de
tanzimatın ilanıdır. Hem bir sonuç ve hem de sonrası için bir başlangıç
olan Tanzimat, bugünleri anlamada çok önemli ipuçları taşıyan bir
dönemdir. Milletlerin hayatında her dönemin öncesi ve sonrasıyla köklü
bağlantıları olduğu kabul ediliyorsa, Tanzimat Dönemi’ni anlamamız
gerekiyor. Bir cihan devletini tarihten silen hataları görmek için ve
aynı hatalara yeniden düşmemek için...


17. asrın Osmanlı bilginlerinden Kâtip Çelebi, “Takvîmü't Tevârih”
isimli eserinin sonunda şöyle der:


“Kişinin ihtiyarlığına alâmet, saç ve sakal ağarmasıdır. Devletin
kocadığına alâmet de, devleti yönetenlerin, saltanata ve süse
düşkünlüğüdür. Ki bu, açık bir çöküntü eseridir. Devletlerin hayatında,
duraklama devresinden sonra bu devre gelir. Refah, süs ve lükse rağbet
fevkalâde artar. Eski hayat tarzı beğenilmez, terk edilir. Herkes
şanını ve ününü artırmak hevesine düşer. Herkes her makama geçmeye
başlar. En yüksek makam ve ünvanlar, belli vasıflar aranmaksızın
dağıtılır. Zevk ve rahat, keyif ve konfor, vazgeçilmez örf ve adetler
haline gelir, tabii görünür. Asker zümresi, savaşın meşakkatlerine
rağbet etmeyip, sulh ve sükûn ister. Savaşmaktan başka her işle
uğraşır. Türlü mihnetler gerektiren memleket işlerine kimse el atmak
istemez. Savaştan el çeken asker, halk içinde gittikçe itibar kaybeder.
Düzen bozulur.”


Bir anlamda günümüzün fotoğrafını da kısmen gözler önüne seren bu
sözler, Osmanlı'nın “Duraklama Devri”nden küçük bir kesit. Cihan
Devleti'nin kurumlarında ve halkın yaşayışında görülen bazı
hastalıkların bir tarihçi yorumuyla dile getirilişi.

Kurtarıcılar ve Reçeteler

Onyedinci asır, Osmanlı “gaza devleti”nin Avrupa'yı, yani “Diyâr-ı
Küfr”ü, “Diyar-ı İslâm”a çevirme ideallerinin yavaş yavaş değiştiği ve
artık yer yer aksaklıkların görülmeye başlandığı bir dönemdir. Bilhassa
yöneticiler arasındaki siyasi çekişmeler ve iktidar kavgası, ekonominin
daralması, paranın değer kaybetmesi, rüşvetin yayılması, ehil
olmayanların rütbe kazanması ve bürokratların iktidardan pay kapmak
için askerleri isyana sürüklemeleri, ülkeyi içinden çıkılmaz badirelere
sürükler. Ortam öylesine güvensizleşmiştir ki, padişahlar devlet
işlerini emanet edecek ehil insanlar bulamazlar. Diğer taraftan
devşirme ve dönme bürokratlar kendi çıkarlarını halkın isteklerinden
üstün tutmaya başlamıştır. Öyle bir an gelir ki, II. Mahmud, halkla el
ele vererek kendi ordusu olan Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırma
durumunda kalır.


Kâtip Çelebi’den bir yüz yıl sonra Osmanlı Ülkesi’nde toplumsal
hastalıklar da gizlenemeyecek ölçüde artar. Ve başlayan çözülmeyle
birlikte “kurtarıcılar” da zuhur eder. Askerî, idarî, ticarî ve siyasî
alanlarda kötü gidişi durdurmak için “reçete”ler hazırlanmaya başlanır.

Bu
dönemde, Osmanlı bürokrasisi Avrupa'ya bir başka gözle bakmaya
başlamıştır. “Lale Devri” batılılaşma hareketlerinin dönüm noktasıdır.
Padişah Üçüncü Selim'in açtığı çığır, İkinci Mahmud ve Abdülmecid ile
hız kazanır. Ama bu çığır, ciddi çelişki ve tutarsızlıkları olan, bu
haliyle memleketi nereye götüreceği meçhul bir çığırdır. Avrupa'yı
örnek alanlar, iddialarının aksine, bilim ve teknik alanında değil,
kültür ve siyasette, eğlence ve sefahatta taklitten öte gidememektedir.
Avrupa'ya okumaya gönderilen öğrenciler, sömürgelerden zulümle elde
edilen servetler sayesinde zenginleşmiş kentleri görünce komplekse
kapılırlar. Kendi ülkelerinin içerisinde bulunduğu problemlerin gerçek
sebeplerine inmeden, cazibesine kapıldıkları “gardrop Avrupacılığı”nı
ülkelerine taşımaya kalkışırlar. Bürokrasiden kılık-kıyafete, eğitimden
eğlenceye bir dizi reformlar yapılır. Artık Osmanlı’nın simgesi sarığın
yerini fes, şalvarın yerini setre pantolon alır. Fransız mürebbiyeler
tutulur, alafranga hayat tarzı Osmanlı konaklarına girer. Tercüme
furyası başlar. Mekteplerde, basın dünyası ve edebiyatta Fransız modası
ağır basmaktadır.

Yaban Arısı Sürüleri

Diğer taraftan, bir takım mahfillerin desteğiyle sesini fazlasıyla
duyurabilen Batı hayranı bir yazar-çizer ve gazeteci kuşağı vardır.
Bunlar, geleneklerle alay eden tiyatro eserleri, kendi medeniyetiyle
hesaplaşma iddiasında makaleler, hikayeler ve romanlar yazmaya başlar.
Onlara göre yeryüzünde insanca yaşama zemini sağlayan tek medeniyet
Avrupa’nınkidir. Bizimkine gelince: bir an evvel terk edilmesi gereken
köhne bir mağara!..


Avrupa, Jöntürkler denilen bu gençler sayesinde büyük bir fırsat
yakalamıştır. Tarihî düşmanını kendi içinden vuracak elemanlar
yetiştirmek artık kolaydır. Jöntürkler’e her türlü imkan sağlanır.
Onları batılılaşma adına Avrupa'nın çıkarlarına hizmet edecek birer
nefer olarak yetiştirirler. Özellikle Fransa’da eğitilen ve çeşitli
Osmanlı düşmanı mahfillerce finanse edilen bu gençler, deneysel bilimin
dışındaki her şeyi reddeden birer pozitivizm aşığı olarak ülkeye
dönerler ve çıkardıkları dergi ve gazetelerle “gerici” diye
nitelendirdikleri kurumlarla mücadeleye başlarlar. Bir yabancı uzman şu
tarihi tespitlerle olayın vahametini ortaya koyuyor:

“Her
yeni reform Avrupa'dan alınıyordu. Avrupa, sanki seli önleyen bentlerin
yıkılmış olduğunu görüp, kendi pis tabakasını Osmanlı Devleti’ne
boşalttı. Ahlâksız ve sefihler, adalet kaçkınları ve pervasız
maceracılar, yaban arısı sürüleri gibi Osmanlı'nın çürük yapılı
vücudunu avlayıp yemek için üşüştüler. Türkiye Avrupa 'dan medeniyet
istemişti, Avrupa ise ona kötülüklerini gönderdi.”

Her Şeye Rağmen Batılılaşma: Tanzimat
Cemil
Meriç Tanzimat'ı, “uçuruma açılan tereddiler dehlizi”; Tanzimatçıları
da “gafil bir entelijansiya, sirenlerin şarkılarını dinleyerek diyar-ı
küfre yelken açanlar” diye tasvir eder. Şu tesbitler de ona aittir:

“Avrupa’da
okuyan, Tercüme Odası’nda yetişen, yeni bir dünyanın iğvalarına
herkesten çok maruz bulunan entelijansiya (aydınlar), halktan koptu.
Sonra başsız kalan kitle, ihtişamlı mazisinden uzaklaştırılmaya
çalışıldı.”

Bir batılı olarak B. Shaw’ın tesbiti de ilginç:
“Tanzimat,
eski kurumların korunması ve onarılmasına yönelik geleneksel Osmanlı
reform kavramı yerine, bu kurumların -bazıları Batı’dan ithal edilmek
üzere- yenileriyle değiştirilmesini öngören modern reform kavramını
getirdi.”

Peki başarı? Yıkılanların yerine konulanlar Osmanlı’yı kurtarmış mı? Cevabı başka bir Batılı, Henry Coston veriyor:
“Osmanlı
Devleti’nin devamı için ne olursa olsun Batı’ya bağlanma eğilimi olan
Tanzimat, devletin varlığını ve geleceğini Batı’nın ipoteğine koymakla
sonuçlanmış bir harekettir.”


Peki kimdi bu bir milletin ve bir dünya devletinin geleceğini
düşmanının ipoteğine koyan Tanzimatçılar? N. Fazıl’ın nitelemesiyle
“Ucuzcular. Doğu’yu kaybetmiş, Batı’yı bulamamış çeyrek aydınlar.”


"Her şeye rağmen Batılılaşma" projesi olan Tanzimat'ı bilmem ki
günümüzdeki "her şeye rağmen Avrupa Topluluğu" çalışmalarıyla
benzeştirebilir miyiz?

Müslümana Kim Merhamet Eder?

Tanzimatçılar, yeni bir Osmanlı milleti oluşturmak için yüzyılların
geleneği teba ve reaya (müslüman ve gayri müslim ahali) arasındaki
farkları kaldırırken, sadece hıristiyan Avrupa'nın gözüne girmeye
çalışmışlardı. Görünüşte günümüzün yaklaşımıyla çok demokratça olan bu
hareketleriyle, aslında müslüman ahaliyi gayri müslimlerin tasallutu
altına düşürmüşlerdi. Çünkü Batılı devletler ve çeşitli lobiler, gayri
müslimlerin haklarını koruma adına Devlet-i Aliyye’nin iç işlerine
müdahale etme cüret ve cesaretini böylece yakalamışlardı.


Hilmi Ziya Ülken'in dediği gibi, “Tanzimat, Batı milletlerinin
gerçekleştirdikleri hürriyet, eşitlik, demokrasi ideallerinin bir
cinsten (homojen) bir millet içinde gerçekleşmesinden çok, yabancı
müdahalesinden faydalanan ve ayrılmak isteyen azınlıkların işine
yarayan bir vasıta olarak kaldı. Devlet, Tanzimat ruhuna uygun olarak
azınlıkları yüksek hizmetlere getirdi. Onlardan tercümanlar, sefirler,
müşavirler hatta pek çok nazırlar (bakanlar) yetişti. Yani Avrupa
Tanzimat'la kaleyi içten fethetti. Şu hale bir bakar mısınız;
sadrazamın (başbakanın) sefaret müşaviri Agop Gircikyan'dı. Sahak Abru,
Babiâli (hükümet) tercüme kalemine getirilmişti. Ovakim Reisyan, Asya
adında Ermenice-Türkçe dergi çıkarırken, Sakızlı Ohennes Paşa Babiâli
tercüme odasında bürokrattı. Nafia nazırı Bedros Hallaçyan’dan sonra,
yerine Kirkor Sinopyan getirilmiş, Tomas Terziyan Mülkiye’de görev
yaparken, İsaac Amon Maarif Nezareti istatistik müdürlüğünü
yürütüyordu.”


Listeyi sayfalarca uzatmak mümkün. Bunlar başkent İstanbul’daki
bürokratlardı. Taşrada Anadolu ve Rumeli vilayetlerinde de durum bundan
farklı değildi. Eyalet meclislerinde bölgenin nüfus yapısına göre
seçilen meclis üyeleri, gayri müslimlerin yoğun olduğu bölgelerde
yönetimi müslümanlar aleyhine çalıştırıyorlardı. Ziya Paşa bu konudaki
şikayetlerini şöyle ifade eder: “Bir müslümanın güneş gibi hakkı zahir
olduğu halde, memurların ve eyalet zalimlerinin pençesine düşse halini
kime şikayet eder? Gayri müslim teba bir tokat yese hıristiyan Batı
ayağa kalkarken, mazlum bir müslümana kim merhamet eder? Hiç suçu
yokken senelerce mahkûm kalsa davacısı kim olur? Müsavat (eşitlik) buna
mı derler?”


Ahmed Cevdet Paşa, Tanzimat Fermanı’nın yayımlanmasından sonra halkın;
“babalarımızın ve dedelerimizin kanlarıyla kazanılmış olan mukaddes
haklarımızı bugün kaybettik. İslâm Milleti hakim millet iken, böyle bir
mukaddes haktan mahrum kaldı. Ehl-i İslâm’a bu, ağlayacak ve matem
tutacak gündür" diye feryat ettiğini yazar ama bu feryadı duyacak
kimseler yoktur.


Avrupalılar işe yarar Türk bürokratları mason localarına kaydetmişlerdi
ve onlardan daha değişik biçimlerde faydalanıyordu. Tarih nasıl da
tekerrür ediyor!.. Sanki dünü değil de bugünü yazıyoruz. Bugünün dış
işleri ve elçilikleri ile o günün Hâriciye nezareti ve Tercüme Odası...
Dışarıdan müdahalelerle devlet adamı tayinleri yapılarak Devlet-i
Âli’nin kurtulacağını sananlar dün ne kadar haklı idiyseler, bugünküler
de o kadar haklılar demektir.

Tanzimat Paşaları ya da Çöküşün Aktörleri

Mustafa Reşid Paşa... Tanzimat Fermanı’nın baş aktörü. Kimilerince
gelmiş-geçmiş en büyük başbakan. Büyük, Koca lakaplarıyla da anılıyor.
Devrin süper gücü emperyalist İngiltere'nin Osmanlı Devleti nezdindeki
temsilcisi Canning’in yakın dostu. Canning, Osmanlı’nın Hıristiyan
medeniyetine yaklaştırılması için gerekli reformların yapılmasını
sağlamakla görevli bir diplomat.


Canning, hatıralarında Reşid Paşa için şöyle yazar: “Bir devlet adamı,
Türkiye'de ayağını denk atmayı bilmeli idi. Yabancı bir diplomatla
münasebeti şüpheye yol açacağından, başka birinin evinde gizlice
buluşuyorduk. Bu görüşmelerin sonucu olarak hükümette değişmeler
yapıldı. Reşid Paşa'nın her vesileyle dost, güçlü bir yardımcı olduğuna
aklım yattı. Reform meselelerinin çoğunda kafa birliği ettik.”


Kafa birliği ettikleri nokta, Osmanlıyı tarihi kimliğinden soyutlayıp,
Batı’ya yamamaktı. Altı defa başbakanlığa gelmiş ve dışişlerini
Avrupa'ya angaje etmiş bu paşa, İngiltere'nin desteğini arkasına
almıştı. Osmanlı’yı ilk defa Avrupa'ya borçlandıran da bu adam. Dönemin
diğer hariciyecilerine gelince, onlar da batılı devletlerin
İstanbul'daki elçiliklerine dayanarak ve onlardan güç alarak işlerini
yürütüyorlardı. Bunun sebebi ise, çok masumane gözüken fakat o devir
için dehşetli bir gaflet örneği olan şu düşünce: Avrupalılar’ın
güvenini kazanarak, Osmanlı’nın Avrupa'dan atılmasının önüne geçmeye
çalışmak...


Tanzimat paşalarından Ali Paşa’nın padişaha hitaben yazdığı “Siyasî
Vasiyetname”si, basiretsizliğin en güzel örneklerindendir. Sömürgecilik
kavramının idrakine varamamış bu bürokratın düşüncelerini okurken,
bugünümüzü değerlendirmemizin de yararı var. Ali Paşa şöyle der:


“Avrupa ile aramızda daha sağlam bağlar yaratmalıydık. Onun maddi
çıkarları ile bizimkiler aynı olmalıydı. Ancak o zaman ülkenin
bütünlüğü siyasi hayal olmaktan çıkıp, bir gerçek olacaktı. Ülkenin
varlığının devamı ve savunması ile Avrupa devletlerini doğrudan doğruya
ve maddi yönden ilgilendirmemiz, devletin yenilenmesini ve
zenginlerinin gelişmesini bir zorunluluk olarak düşünecek ortaklara
sahip olmak demekti.


Sultanımıza, bu yabancı şirketlerin mallarımızı elimizden alacakları
söylenecektir. Bu konuşmaları dinlemeyiniz Efendimiz!.. Tersine
Efendimiz, bu şirketler güven ve koruma unsuru olacaktır. Ortaklarımız
olduklarına göre, çıkarları gereği haklarımızı, malımızı
koruyacaklardır. Uluslararası oldukları oranda iş yapma etkinlikleri de
artacaktır. Zengin evin kâhyası o evi yıkmak ister mi? Efendilerinin
yerine geçmek ister mi?”

Tatmin mi Teslim mi?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sonun Başlangıcı : TANZİMAT
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Edebiyat - Tarih - Dini Konular - Biyografi :: Tarih :: Osmanlı Tarihi-
Buraya geçin: